Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış


Japonya’nın Zirvesine Seyahat

13 Ocak 2016


Yazının İç Sesi

Fuji’ye Ağustos ayında tırmandım. Hemen sonrasında aldığım notların başına bir türlü geçip bu yazıyı yazamadım. Dünden beri ise yeni bir tırmanışın planları içindeyim. Mart başında Tayvanlı arkadaşımın önerisiyle, ve tabiki tırmanış arkadaşım Chris’le Asya Trilogy’lerinden biri olan (Japonya’da Mount Fuji, Tayvan’da Mount Jade (Yushan) ve Malezya’da Mount Kinabalu oluşturuyor bu Asya üçlüsünü)  ve Tayvan’ın en yüksek noktası olan Mount Jade’ye tırmanma kararı aldık. Ve ne karar! Heyecandan yerimizde duramıyoruz yine. Yeni bir tırmanışın heyecanı, eski tırmanışın heyecanını çağırdı, ve kendimi Fuji’yi yazarken buldum. Asya üçlüsünden birine tırmanmışım ve hala yazmamışım! Keza iki kere gitmişim, daha ne bekliyorum! Hep dediğim gibi, nasıl her seyahat kendi zamanını yaratıyorsa, her yazı da kendi zamanını yaratıyor. Kendi zamanlarını yaratan Fuji seyahatlerimden, kendi zamanını yaratan Fuji notlarımdır yazdıklarım. Ve aynı zamanda hayali bir yolcuğun gerçek bir yolculukla ilişkisine bir örnek olarak kaleme alınmıştır. Fuji’nin kendi heyecanı yetmiyormuş gibi, üstüne Jade dağına tırmanış hayalinin heyecanıyla yazılmıştır.



Fuji Gölleri ve Fuji Dağı’na Tırmanış


İki farklı zaman, biri Şubat’ın ayazında, biri Ağustos’un sıcağında. Fuji beni kendine çekmiş iki kere. Bir Fuji akımı var, kapılmışım.

Dağlar beni kendine hep çeker ya, Fuji ayrıca çekmiş, heybetiyle, görkemiyle, esrarengizliğiyle bir o kadar da açıklığıyla, mahremiyetiyle, Japonya’nın ona duyduğu saygıyla, keşif duygusu sarmış her yanımı. Onu konuşmak yetmez olmuş, hayali yolculuklarımın öznesi yapışım yetmez olmuş, illa gidip göreceğim, görmek yetmeyecek sonra tırmanacağım.

Fuji-san, Japonya’nın Honshu adasında bulunan, 3776 metre yüksekliğiyle Japonya’nın en yüksek dağı, en son 1707’lerde patlayan bir volkanik dağ. Tokyo’nun 100 km güney batısında bulunuyor ve simetrik koni şekliyle Japonya’nın sembolü olmuş, Japonya’daki Tate dağı ve Haku dağıyla birlikte Japonya’nın üç kutsal dağı arasında en bilineni, UNESCO Dünya Kültür Mirası alanlarından biri ve sanat eserlerine, fotoğraflara, edebiyata konu olmuş, Edo döneminde kutsal dağ kabul edilmiş, milyonlarca gezgini kendine çeken bir kültürel coğrafyanın ta kendisi.

Fuji Göller Bölgesi

İlk Fuji seyahatimi Şubat ayında bir arkadaşımla göller bölgesine planlıyoruz. Aslında Tokyo’yu gezeceğiz ancak gitmişken Fuji’yi de yakından görmek istiyoruz. Fuji Beş Göller bölgesi (Fujigoko) Fuji Dağı’nın kuzeyinde  deniz seviyesinden 100 metre yukarda bulunuyor. Bu bölgedeki göller Kawaguchiko, Saiko, Yamanakako, Shojiko ve Motosuko göllerinden oluşuyor. Japonya’nın gözbebeği Fuji Dağı’nı yakından görmek için en ideal yerlerden biri. Bu bölgede aynı zamanda balıkçılık, yürüyüş, kampçılık gibi doğa sporları da yapılıyor. Pek çok Japon kaplıcası onsene en sahipliği yaptığı gibi aynı zamanda pek çok müzeyi ve Japonya’nın en popüler eğlence parkı Fuji Q Highland’ı da bünyesinde barındırıyor.

Bu beş gölün arasından en popüleri Kawaguchiko gölü. Tokyo Merkez, Shinjiku Highway Otobüs Durağı’ndan Kawaguchiko İstasyonu’na bilet alıyoruz. Yaklaşık iki saat süren yolcuğumuzdan sonra Kawaguchiko İstasyonu’na varıyoruz. İndiğimizde elimizde göller bölgesinin haritası, bir güne asla sığmayacak olan bir Fuji diyarına açılan kapının merkezinde olduğumuzu anlıyoruz.  Kırmızı ve yeşil olmak üzere iki gezinti rotası var, kırmızı Kawaguchiko gölller bölgesine götürüyor, yeşil Saiko Gölü bölgesine götürüyor. Kırmızıyı seçiyoruz. Otobüse atlıyoruz.  Bu beş gölün ortasında bulunan Kawaguchiko gölü Fuji’yi kuzeyden görme olanağı sunuyor.

Elimdeki haritanın ve özenle hazırlanmış rehberin göller ve bölgedeki görülecek yerlerle ilgili kısmını okumuşum, Fuji tırmanışıyla ilgili sayfalara bakıyorum. Otobüsten inip Fuji’ye bakıyorum, tepesindeki kar halesiyle  ve bütün haşmetiyle karşımda. Ben sana hiç bu kadar yakın olmadım ki, diyorum. Bana cevap veriyor, hep burdayım, yine gel. Geleceğim diyorum. Yanımdaki arkadaşım dalmış şekilde Fuji’ye bakan bana, “nereye bakıyorsun, otobüsü kaçıracağız” diyor, “geliyorum bir saniye” deyip, sanki üç beş adım daha atınca ona daha yakın olacakmışım gibi, atıyorum o adımları ve üç beş adım daha yakından çekiyorum onun fotoğraflarını. Otobüse binerken, dönüp yeniden arkama bakıyorum, geleceğim! Keza bütün göllerini göremeden ve bölgedeki müzeleri de görmeden dönüşe geçiyoruz. Hava çok soğuk. Aylardan Şubat.

Fuji’nin ne zaman tırmanışa açılacağını da yazıyor elimdeki rehber. Temmuz ya da Ağustos’ta yazıyor, bu sene  için zaman belirtilmemiş. Meraklanıyorum, Fuji’den gidiyorum o sırada ama aslında gidemiyorum. Aklım Fuji’de kalıyor. Shinjiku istasyonuna dönüyoruz, o gece Tokyo’da kalacağız.

Aylar geçiyor, Kyoto ve Kansai bölgesindeki dağlarla Fuji’ye kadar kendimi oyalıyorum. Kısa yürüyüşler, bisiklet yolculukları ve hiking. Kyoto’daki Hiei Dağı, Atago Dağı, Kobe’deki Rokko dağı, Maya dağı... Yetmiyor, aklım hala Fuji’de.

Ve...Fuji Tırmanışı

Aynı yaz Everest Kampı’na gidecek olan Malezyalı arkadaşımla kafa kafaya veriyoruz, içimiz içimize sığmıyor, günler sayılıyor, ve 24 Ağustos 2015’te Fuji’ye tırmanmaya karar veriyoruz. Onun üç Malezyalı arkadaşı daha bize katılacak. Fuji tırmanışı alışverişini de onunla birlikte yapıyoruz, kafa lambaları, kalın eldivenler, bereler, tırmanış pantalonları.

Ağustos’un 20si, arkadaşım beni arıyor, sesi telaşlı. “Ne oldu?” diyorum. “24’ü yerine 25’i gitsek olur mu?” diyor, “24’ünde hava çok yağmurlu ve de o gün gidersek çok büyük olasılıkla güneşin doğuşunu göremeyeceğiz” diyor. Meğer o bir süredir Fuji hava raporunu takip ediyormuş... Tırmanış sezonun açılmasıyla herkes pür dikkat Fuji hava raporunu takip ediyormuş, ben sonradan öğreniyorum. Sanırım yanımda arkadaşlarım olacak diye daha da korkusuzum, üstelik Fuji’ye tırmanmak öylesine sıradan ki Japonya’da zaten cesur olmanız gerekmiyor buna karar vermeniz için. O nedenle de ekstra bir önlem almak da aklıma gelmiyor. “Olur” diyorum, tam da Fuji sonrası seyahatimi planlarken. Karar veriyoruz yeniden, 24 Ağustos’ta değil de 25 Ağustos’ta tırmanılacak Fuji-san’a.

Ve o gün geliyor. Onlar Shinkansenle Tokyo’ya geçecekler, ben diretiyorum, yılda üç kez satışa çıkan Seishun 18 Kippu adında, beş günlük seyahat planlarınızı çok ucuza getirmenizi sağlayan biletimle gitmeye karar veriyorum. Ancak bu bilet sadece local trenlerle yolculuk yapmanıza izin veriyor. “Emin misin?” diyorlar, “evet” diyorum. O gece sabaha kadar uyuyamıyorum heyecandan. Sabah erkenden yola çıkıyorum. Gece otobüsüyle Kyoto’dan 6-7 saatte, Shinkansenle 3 saate gidilebilen Tokyo’ya ben, local trenle, kaç tren aktarması yaptığımı bilmeden, her yarım ya da bir saatte aktarma yaparak tam 9 saatte varıyorum! Shinjuku’ya vardığımda yorgunluktan öleceğim. Bunu söylediğimde herkes aklımı kaçırmışım gibi bakıyor. “İyi şanslar” sesleri yükseliyor herkesten. Ben de kendime şans diliyorum, keza uykusuzluk üstüne 9 saat tren yolculuğuyla Fuji’ye tırmanacağım!

Shinjuku istasyonundan kalkan Highway otobüsleriyle Fuji beşinci istasyona varıyoruz. Dört farklı tırmanış yolu (trail) var. Yoshida Trail, Gotemba Trail, Fujinomiya Trail ve Subashiri Trail. En çok tercih edilenin Yoshida Trail olduğunu öğreniyoruz gitmeden,  Yoshida’yı tercih ediyoruz o yüzden. Önümüzde 5 istasyon var. 10. istasyon Fujinin zirvesi. Tırmanış öncesi fotoğraflarımızı çekiyoruz.

                           


                           

                           Tırmanışa hazırlanan beş kadın, 4 Malaysian, 1 Turkish 


Yürümeye başlıyoruz. Fuji’nin girişinde  1000 yen ödüyoruz, karşılığında Fuji rozeti, Fuji kitapçığı ve de çöp torbası veriyorlar. Hayretle bakıyorum. Ne kadar organize her şey. Kitapçığa göz gezdiriyorum, hangi yolları takip edeceğimiz, kaçıncı istasyonda ilkyardım ve güvenlik danışmanlık merkezi olduğu, dikkat edilmesi gereken her şeyi içeren öylesine detaylı bir rehber ki bu hayran kalıyorum. Çöp torbasını önce anlayamıyorum ancak tırmanış başladıktan sonra bunun önemini anlıyorum. Herkes yanında getirdiği yiyecekleri yiyor ve sonra bu çöp torbalarına atıyor. Japonya’nın her yerine hakim olan kamusal alanda çöpünüzü paylaşmamanız, çöpünüzün bireysel bir şey olduğu mantığının buraya da hakim olduğunu anlıyorum. Aynı Japonya’daki gündelik hayatımızdaki gibi çöplerimizi yanımızda, sırt çantalarımızda taşıyoruz tırmanış boyunca. Tırmanış boyu bir tane bile çöp görmediğimi de eklemeliyim, öylesine temiz, öylesine özenli.

Akşam 22.00 sularında başlıyoruz tırmanışıımıza. Hedefimiz güneşin doğuşuna kadar 10. istasyona varmak ve güneşin doğuşunu ordan izlemek. Tırmanış boyu yanımızdan geçenlere imrenerek bakıyorum, böyle çeşitli bir yaş grubunu Fuji’nin yollarında göreceğimi söyleseler de inanmıyorum önceden. 8-10 yaşlarındaki çocuklardan oluşan gruplardan, 70-80 yaşlarındaki yaşlılara kadar herkes. 

                           

                                                      Tırmanış sırasında


Sanki Kyoto tapınaklarında kiraz ağacı seyrine gider gibi Fuji’ye tırmanıyorlar! Üstelik her seferinde bize fark atarak yanımızdan geçiyorlar. Japonya’daki yaşsızlık algısı, herkesin her yaşta her şeyi yapabilme özgüveni ve toplumun bunu cesaretlendirici sosyalleşme algısıyla yeniden yüzleşiyorum.

Yorulduğumuzda yanımızdan uzanan iplere tutunuyoruz. Öyle ki tırmananlar için ip konumlandırılmış her yere. Malezyalı arkadaşlarım benden hızlı, çoklukla geriden geliyorum, biraz da en çok ben gökyüzüne, yıldızlara, bulutlara baktığımdan. Yıldızlara hiç o kadar yakın olmamışım. Dokunsam tutacak gibiyim. Yoruldukça gökyüzüne bakıyorum. Yukarı da yıldızlar varsa, aşağıda bulutlar var.

6. istasyonda ilk molamızı veriyoruz. 5. ile 6. istasyon arası çok uzak değil, ancak 6. istasyondan 7.ye tırmanırken yorulmaya başladığımı fark ediyorum. Keza 4-5 saattir tırmanıyoruz. Durakladığımız istasyonlarda satılan ürünlere gülümsüyoruz. Cup noodledan, eldivene, çikolatadan, Japonya’da herhangi bir markette satılan yiyecek çeşitliliğini aratmayacak çeşitlilikte bir yiyecek geçidiyle karşılaşıyoruz. İlk istasyonda bir şey almıyoruz ancak sonra suyumuz bitiyor, 7. istasyonda yine bir su molası veriyoruz. Ayrıca ilk istasyondan yukarı doğru çıktıkça her şeyin fiyatının artmasını görmek de şaşırtıyor bizi. Japonya’da olmasak şaşırmazdık belki diye düşünüyoruz ama demek ki burda da oluyor diyoruz.

Beni en çok şaşırtan şey ise sabaha karşı 4.00 sularında yorulduğumuzu birbimize  itiraf edemediğimiz ancak her halimizden belli olan bir anda karşıma çıkıyor. Güneşin doğmasına bir saat kadar daha var ancak biz henüz sekizinci istasyondayız. 1 saatte 10. istasyona varmamızın çok mümkün olmadığını anlıyoruz ve 8. istasyonda uzun molamızı vermeye ve burda güneşi doğurmaya karar veriyoruz. 

Her istasyonda hem konaklayabileceğiniz hem de dinlenebileceğiniz pansiyonlar var, konaklamak için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, ancak isteyen herkes duraklayıp dinlenebiliyor. İçeri girmek istediğimizi söylüyoruz, karşımızda bir fiyat listesi beliriyor. Bir şey içmek istersek ancak 15 dakika oturabileceğimizi, yok eğer güneşin doğuşuna kadar bekleyeceksek bir şey içmesek bile 1000 yen oturma parası vermemiz gerektiğini söylüyor kapıdaki görevliler. Israr ediyoruz, saçma olduğunu söylüyoruz ancak onlar “burda böyle, istemezseniz buyrun Fuji sizi bekliyor” der gibi omuz silkiyor. Birbirimize bakıyoruz, dinlenmek istediğimiz ortada. Hepimiz oturma parası olan 1000 yeni veriyoruz, içeri geçiyoruz, oturmamızla masaya başımızı koymamız arasında saniyeler var.

                               

                                   Yorgun ama gülümsemeyi ihmal etmeyen yüzler


 Orda 45 dakika-1 saat kadar dinleniyoruz. Sabah olmak üzere. Havanın bulutlu olmamasını, güneşin doğuşunu görmeyi umuyoruz.

Ve beklediğimiz an geliyor, güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlıyor. Soğuktan donuyoruz ancak teker teker dışarı çıkmaya başlıyoruz. Güneş bize gülümsüyor.



                                                    Güneş doğarken....


Güneş Fuji’nin yükseklerinden Japonya’nın içine doğru doğuyor ve biz Fuji’deyiz! Dağları seven kadınlar. Türlü çeşit fotoğrafımızı çekiyoruz. Bu anları ölümsüzleştimeyi amaçlıyoruz. Yolları Japonya’da kesişmiş beş kadın, bir daha ne zaman buluşur, ne zaman tırmanışa geçer bilmeden o anın keyfini çıkarıyoruz.

Ve yeniden tırmanış başlıyor. 8.’den 9. istasyona doğru. Sabaha doğru yelken açıyoruz. Bu kez etrafımda yürüyen herkesin yüzünü daha net görüyorum. Herkes gülümsüyor, keza çok yakınız, 1 saat içinde zirvede olacağız. 


           Dağda -kendi zirvende olma mutluluğu başka bir mutluluk çeşidiyle karşılaştırılamaz.


O sıralarda 3 arkadaşımı kaybediyorum, oldukça yavaşım. Onlar Malezya’nın dağlarına da tırmanmışlar, benden daha antrenmanlılar. Sadece biri benimle devam ediyor. Yolda bir kaç Japonla sohbet ediyoruz. 70 yaşlarında olduğunu söyleyen bir adam ikinci kez tırmandığını söylüyor, bize “ha gayret” diyor. Yanındaki yine o yaşlardaki kadın da gülümsüyor bize. Bir anı fotoğrafı çekiliyoruz orda. Onlara yaşlı demek olmaz. 
   
                           

                                                   Yaşsız dostlarımız...


9. istasyondan 10. istasyona giderken artık sadece ne kadar yolumuz kaldığını düşünmeye başlıyorum. Oldukça yorulmuşum. Sıklıkla taşların üstüne oturup dinleniyorum. Benimle birlikte tırmanan son arkadaşım da bana fark atarak ufukta kayboluyor. Halime üzülen bir başka yaşsız dost oksijen tüpünü bana uzatıyor, bir yandan motive edici şeyler söylüyor. “Yalnız mısın” diyor, “yok değilim, arkadaşlarım var, ama onlar yukarda çoktan”.  O sırada aslında şunu yeniden fark ediyorum; yanınızda ne kadar biri olursa olsun bir dağ tırmanışında hep yalnızsınız. Yolculuğunuz sizle ve o dağ arasında. Ben Fujiyle başbaşayım o nedenle. Yanımdan geçenler de. Herkes kendi yolculuğunun izini sürüyor. . Oksijen tüpü iyi geliyor. Bir dahaki sefere diyorum kendime, olursa şayet oksijen tüpü de alınacaklar arasına eklenmeli. Teşekkür edip yola devam ediyorum.

Zirveye ulaştığımda karmakarışık hislerle dolu buluyorum kendimi;  yapabildiğim için duyduğum mutluluk, fiziksel olarak müthiş bir yorgunluk, manzaranın muhteşemliği karşısında büyülenmişlik, çocukluk hayallerimden birini gerçekleştirmiş olmanın getirdiği bir kendine ulaşmışlık, başarmış kalabalığın bir parçası olduğum için herkesten habersiz herkesle bir dostluk. Bulutlara bakan banklardan birine kendimi atıyorum ve onlara bir daha ne zaman bu kadar yakın olacağımı düşünerek oracıkta uykuya dalıyorum.

Arkadaşım Chris’in üzerimde patlattığı flash sesiyle açıyorum gözümü. 


                                                     




                                                    Fuji-san, 3776 metre ve ben! 


Yine de zafer işareti yaptığım bir fotoğrafım var hani, sadece zirvede değil, biraz daha aşağılarda. 








                                                        Bulutlara nazir dostlarim

Birbimize gülümsüyoruz. Hatta sarılıyoruz. İnanılmaz bir an. Yorgunluğumu unutuyorum o sırada. Dinlendiğimi de farkediyorum kısmen. Bu kez sıra zafer fotoğraflarına geliyor. Sayısız fotoğraf çekiliyoruz, bu kez 3776 metreden!

                                


              

                                                         Dağ mutluluğu ve şımarıklığı. 








                                         

                                Zirve, görüyorsunuz sanki bir halk pazarı, sadece 3776 metrede!


Sıra inişe geliyor bu kez. Fuji rehberlerinde 5-6 saat yazan tırmanışı biz yaklaşık 9 saatte alabiliyoruz, inişin daha kısa süreceğini umuyoruz. Bu kez birbirimizi kaybetmemize aldırmadan yollara düşüyoruz. İniş yolu çok kumlu ve kaygan, hele ben tırmanış çubuğum (baton) olmadan adeta aşağıya doğru uçuşa geçiyorum. Yolda karşılaşıp istasyonları sayıyoruz yeniden. Dönüş yolunun çıkıştan da zorlu olduğunda hemfikiriz.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o yoldan indiğimizde aşağıda Kyoto’dan tanıdığımız iki arkadaşla karşılaşıp, gülüşüyoruz, hani dünya küçük biliyoruz da, bu kadar mı diyoruz!  Fuji’ye tırmanmanın ne kadar popüler olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Performansına biraz güvenen herkesin hedefinde bir rota Fuji-san. O sırada hiç görmediğim kadar topuklu ayakkabı giyen Japon kadını görüyorum, sonra anlıyoruz, çoğu kadın aslında Fuji’ye gezmeye geliyor atlarla 5. istasyona kadar ve  adeta turistik bir gezinti yapıyorlar Fuji’de. Tabii bazı arkadaşlarım topuklu ayakkabılarla tırmanışa geçenlerin olduğunu da söylüyor bunları konuşurken.




                                              (Maalesef) turistik amaçlı kullanılan atlar...



Shinjiku’ya dönüş otobüsüne binmeden, 5. istasyonun eteklerinde bir restorana oturuyoruz. Ve birbirimize bakıyoruz yeniden; başardık! Ancak Fuji tırmanışından sonra Hokkaido’ya geçecek olan Chris ve  arkadaşlarından biri Hokkaido’da yapmayı düşündükleri tırmanışı iptal etme planları yapıyorlar. Keza bir haftaya bir tırmanış yeter!

Fuji Sonrası...

Fuji tırmanışı sonrası ilk durağım Nikko, Japonya’nın Tochigi eyaletinde, Tokyo’nun kuzeyindeki dağların arasında,  trekking rotaları, şelaleleri, doğasıyla ünlü dünya güzeli bir başka bölge. Ertesi günü hostelde dünyanın dört bir tarafından gelme gezginlerle sohbet ederken, cümleye “dün Fuji’ye tırmandım”, diye başlıyorum. Herkesten bir “oooo” sesi yükseliyor.  Ekliyorum, sonra da  “dinlenmeden Nikko’ya geldim, burası ilk durağım”. Hayranlıkla bana bakıyorlar. O an yeniden anlıyorum, Japonya’yı gezmek tutkusuyla dolu olanlar, Japonya seyahati yapanlar, ikiye ayrılıyor: Fuji’ye tırmananlar ve henüz tırmanmamış olanlar. Henüz diyorum çünkü ben tırmanışımla ilgi odağı olduktan ve tırmanışın detaylarını vermeye başladıktan sonra, iki üç haftalık Japonya seyahatine gelenlerin de özellikle bu sezon geldiklerini, Fuji tırmanışını seyahat planlarına aldıklarını öğreniyorum. Herkesin olmazsa olmaz listesinde Fuji tırmanışı.  Bu kez gezgin önerileri sunuyorum; Yoshida Trail’i öneriyorum ve de mutlaka benim almayı unuttuğum tırmanış çubuğunu ve oksijen tüpünü yanlarına almalarını! Ayrıca konaklama imkanınız varsa konaklayın diye de ekliyorum!

Fuji tırmanışım öncesi gittiğim Endonezya geliyor aklıma. Endonezya'da ilk durağım Bali. Bali’de bir tırmanış arıyorum, Bali beni şaşırtmıyor, müthiş doğasıyla gezginler için düzenlenmiş milyon çeşit turlarını önüme sunuyor, bunlardan birine katılmaya karar veriyorum. Batur Dağı’na tırmanacağım, yanımda arkadaşlarım yok, tek başına bir kadın olarak tırmanacağım Batur Dağı’na. Batur Dağı Fuji kadar yüksek değil, 1717 metre, ve de ancak 4-5 saat sürüyor. Sabaha karşı 3.00 sularında başladığımız tur, sabah 8.00 sularında tamamlanıyor. Yine de tırmanış bittiğindeki yorgunluğumla Fuji sonrası yorgunluğumu karşılaştırıyorum. Adeta birbirine eş değer. Tur öylesine düzensiz, öylesine kalabalık ve öylesine gürültülü ki, Batur Dağı’nın güzelliğini çok anlayamıyorum. Turda her beş-altı kişiden sorumlu bir rehber var ve her 15 dakikada bir, “herkes burda mı, grubunuzu kaybetmeyin” sesleriyle tırmanışı bölüyor. Önümüzdekileri ve arkamızdakileri kontrol etmekten adeta tırmanıştan keyif alamıyoruz.

Oysa ki Fuji hem bireysel grupların tırmanışına izin veren sistemiyle, öylesine düzenli organize edilmiş haliyle adeta Japonya’yı resmediyor. Tırmanış sessiz, insanlar gürültüsüz, yardımsever ve her şey sorunsuz. Japonya’da trene atlayıp seyahat etmek gibi Fuji’ye tırmanmak. Tren yolculukları ne kadar rahatsa, Fuji’ye tırmanmak da o kadar rahat. Tabii tek bir farkla, yukarı doğru giden bir tren yolculuğu bu!


Japonya'ya seyahat düşünenler ve yeryüzünün dağlarına merak salanlar için o yüzden diyorum ki, Fuji tırmanışı olmazsa olmaz! Ancak o meşhur deyişi haksız çıkarmayayım, bir kere tırmanmalı, ikinci tırmanışınız başka yükseklere olmalı! Keza Fuji’ye tırmanmak o kadar da kolay değil! 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadına Yönelik Şiddet, 14 Şubat ve Japonya'da kadın-erkek ilişkileri üzerine

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun