Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış
Japonya’nın Zirvesine Seyahat
13 Ocak 2016
13 Ocak 2016
Yazının İç Sesi
Fuji’ye Ağustos ayında tırmandım. Hemen
sonrasında aldığım notların başına bir türlü geçip bu yazıyı yazamadım. Dünden
beri ise yeni bir tırmanışın planları içindeyim. Mart başında Tayvanlı arkadaşımın
önerisiyle, ve tabiki tırmanış arkadaşım Chris’le Asya Trilogy’lerinden biri olan (Japonya’da Mount Fuji, Tayvan’da
Mount Jade (Yushan) ve Malezya’da
Mount Kinabalu oluşturuyor bu Asya üçlüsünü) ve Tayvan’ın en
yüksek noktası olan Mount Jade’ye tırmanma kararı aldık. Ve ne karar!
Heyecandan yerimizde duramıyoruz yine. Yeni bir tırmanışın heyecanı, eski
tırmanışın heyecanını çağırdı, ve kendimi Fuji’yi yazarken buldum. Asya
üçlüsünden birine tırmanmışım ve hala yazmamışım! Keza iki kere gitmişim, daha
ne bekliyorum! Hep dediğim gibi, nasıl her seyahat kendi zamanını yaratıyorsa,
her yazı da kendi zamanını yaratıyor. Kendi zamanlarını yaratan Fuji
seyahatlerimden, kendi zamanını yaratan Fuji notlarımdır yazdıklarım. Ve aynı
zamanda hayali bir yolcuğun gerçek bir yolculukla ilişkisine bir örnek olarak
kaleme alınmıştır. Fuji’nin kendi heyecanı yetmiyormuş gibi, üstüne Jade dağına
tırmanış hayalinin heyecanıyla yazılmıştır.
Fuji Gölleri ve Fuji Dağı’na Tırmanış
İki
farklı zaman, biri Şubat’ın ayazında, biri Ağustos’un sıcağında. Fuji beni
kendine çekmiş iki kere. Bir Fuji akımı var, kapılmışım.
Dağlar
beni kendine hep çeker ya, Fuji ayrıca çekmiş, heybetiyle, görkemiyle,
esrarengizliğiyle bir o kadar da açıklığıyla, mahremiyetiyle, Japonya’nın ona
duyduğu saygıyla, keşif duygusu sarmış her yanımı. Onu konuşmak yetmez olmuş,
hayali yolculuklarımın öznesi yapışım yetmez olmuş, illa gidip göreceğim,
görmek yetmeyecek sonra tırmanacağım.
Fuji-san,
Japonya’nın Honshu adasında bulunan, 3776 metre yüksekliğiyle Japonya’nın en
yüksek dağı, en son 1707’lerde patlayan bir volkanik dağ. Tokyo’nun 100 km
güney batısında bulunuyor ve simetrik koni şekliyle Japonya’nın sembolü olmuş,
Japonya’daki Tate dağı ve Haku dağıyla birlikte Japonya’nın üç kutsal dağı
arasında en bilineni, UNESCO Dünya Kültür Mirası alanlarından biri ve sanat
eserlerine, fotoğraflara, edebiyata konu olmuş, Edo döneminde kutsal dağ kabul
edilmiş, milyonlarca gezgini kendine çeken bir kültürel coğrafyanın ta kendisi.
Fuji Göller Bölgesi
İlk
Fuji seyahatimi Şubat ayında bir arkadaşımla göller bölgesine planlıyoruz.
Aslında Tokyo’yu gezeceğiz ancak gitmişken Fuji’yi de yakından görmek
istiyoruz. Fuji Beş Göller bölgesi (Fujigoko) Fuji Dağı’nın kuzeyinde deniz seviyesinden 100 metre yukarda bulunuyor.
Bu bölgedeki göller Kawaguchiko, Saiko, Yamanakako, Shojiko ve Motosuko
göllerinden oluşuyor. Japonya’nın gözbebeği Fuji Dağı’nı yakından görmek için
en ideal yerlerden biri. Bu bölgede aynı zamanda balıkçılık, yürüyüş, kampçılık
gibi doğa sporları da yapılıyor. Pek çok Japon kaplıcası onsene en sahipliği
yaptığı gibi aynı zamanda pek çok müzeyi ve Japonya’nın en popüler eğlence
parkı Fuji Q Highland’ı da bünyesinde barındırıyor.
Bu
beş gölün arasından en popüleri Kawaguchiko gölü. Tokyo Merkez, Shinjiku
Highway Otobüs Durağı’ndan Kawaguchiko İstasyonu’na bilet alıyoruz. Yaklaşık
iki saat süren yolcuğumuzdan sonra Kawaguchiko İstasyonu’na varıyoruz.
İndiğimizde elimizde göller bölgesinin haritası, bir güne asla sığmayacak olan
bir Fuji diyarına açılan kapının merkezinde olduğumuzu anlıyoruz. Kırmızı ve yeşil olmak üzere iki gezinti rotası
var, kırmızı Kawaguchiko gölller bölgesine götürüyor, yeşil Saiko Gölü
bölgesine götürüyor. Kırmızıyı seçiyoruz. Otobüse atlıyoruz. Bu beş gölün ortasında bulunan Kawaguchiko
gölü Fuji’yi kuzeyden görme olanağı sunuyor.
Elimdeki
haritanın ve özenle hazırlanmış rehberin göller ve bölgedeki görülecek yerlerle
ilgili kısmını okumuşum, Fuji tırmanışıyla ilgili sayfalara bakıyorum.
Otobüsten inip Fuji’ye bakıyorum, tepesindeki kar halesiyle ve bütün haşmetiyle karşımda. Ben sana hiç bu
kadar yakın olmadım ki, diyorum. Bana cevap veriyor, hep burdayım, yine gel.
Geleceğim diyorum. Yanımdaki arkadaşım dalmış şekilde Fuji’ye bakan bana, “nereye
bakıyorsun, otobüsü kaçıracağız” diyor, “geliyorum bir saniye” deyip, sanki üç
beş adım daha atınca ona daha yakın olacakmışım gibi, atıyorum o adımları ve üç
beş adım daha yakından çekiyorum onun fotoğraflarını. Otobüse binerken, dönüp
yeniden arkama bakıyorum, geleceğim! Keza bütün göllerini göremeden ve
bölgedeki müzeleri de görmeden dönüşe geçiyoruz. Hava çok soğuk. Aylardan
Şubat.
Fuji’nin
ne zaman tırmanışa açılacağını da yazıyor elimdeki rehber. Temmuz ya da
Ağustos’ta yazıyor, bu sene için zaman
belirtilmemiş. Meraklanıyorum, Fuji’den gidiyorum o sırada ama aslında
gidemiyorum. Aklım Fuji’de kalıyor. Shinjiku istasyonuna dönüyoruz, o gece
Tokyo’da kalacağız.
Aylar
geçiyor, Kyoto ve Kansai bölgesindeki dağlarla Fuji’ye kadar kendimi
oyalıyorum. Kısa yürüyüşler, bisiklet yolculukları ve hiking. Kyoto’daki Hiei
Dağı, Atago Dağı, Kobe’deki Rokko dağı, Maya dağı... Yetmiyor, aklım hala Fuji’de.
Ve...Fuji Tırmanışı
Aynı
yaz Everest Kampı’na gidecek olan Malezyalı arkadaşımla kafa kafaya veriyoruz,
içimiz içimize sığmıyor, günler sayılıyor, ve 24 Ağustos 2015’te Fuji’ye
tırmanmaya karar veriyoruz. Onun üç Malezyalı arkadaşı daha bize katılacak.
Fuji tırmanışı alışverişini de onunla birlikte yapıyoruz, kafa lambaları, kalın
eldivenler, bereler, tırmanış pantalonları.
Ağustos’un
20si, arkadaşım beni arıyor, sesi telaşlı. “Ne oldu?” diyorum. “24’ü yerine
25’i gitsek olur mu?” diyor, “24’ünde hava çok yağmurlu ve de o gün gidersek
çok büyük olasılıkla güneşin doğuşunu göremeyeceğiz” diyor. Meğer o bir süredir
Fuji hava raporunu takip ediyormuş... Tırmanış sezonun açılmasıyla herkes pür
dikkat Fuji hava raporunu takip ediyormuş, ben sonradan öğreniyorum. Sanırım
yanımda arkadaşlarım olacak diye daha da korkusuzum, üstelik Fuji’ye tırmanmak
öylesine sıradan ki Japonya’da zaten cesur olmanız gerekmiyor buna karar
vermeniz için. O nedenle de ekstra bir önlem almak da aklıma gelmiyor. “Olur”
diyorum, tam da Fuji sonrası seyahatimi planlarken. Karar veriyoruz yeniden, 24
Ağustos’ta değil de 25 Ağustos’ta tırmanılacak Fuji-san’a.
Ve o
gün geliyor. Onlar Shinkansenle Tokyo’ya geçecekler, ben diretiyorum, yılda üç
kez satışa çıkan Seishun 18 Kippu adında, beş günlük seyahat planlarınızı çok
ucuza getirmenizi sağlayan biletimle gitmeye karar veriyorum. Ancak bu bilet
sadece local trenlerle yolculuk yapmanıza izin veriyor. “Emin misin?” diyorlar,
“evet” diyorum. O gece sabaha kadar uyuyamıyorum heyecandan. Sabah erkenden
yola çıkıyorum. Gece otobüsüyle Kyoto’dan 6-7 saatte, Shinkansenle 3 saate
gidilebilen Tokyo’ya ben, local trenle, kaç tren aktarması yaptığımı bilmeden,
her yarım ya da bir saatte aktarma yaparak tam 9 saatte varıyorum! Shinjuku’ya
vardığımda yorgunluktan öleceğim. Bunu söylediğimde herkes aklımı kaçırmışım
gibi bakıyor. “İyi şanslar” sesleri yükseliyor herkesten. Ben de kendime şans
diliyorum, keza uykusuzluk üstüne 9 saat tren yolculuğuyla Fuji’ye
tırmanacağım!
Shinjuku
istasyonundan kalkan Highway otobüsleriyle Fuji beşinci istasyona varıyoruz.
Dört farklı tırmanış yolu (trail) var. Yoshida Trail, Gotemba Trail, Fujinomiya
Trail ve Subashiri Trail. En çok tercih edilenin Yoshida Trail olduğunu
öğreniyoruz gitmeden, Yoshida’yı tercih
ediyoruz o yüzden. Önümüzde 5 istasyon var. 10. istasyon Fujinin zirvesi.
Tırmanış öncesi fotoğraflarımızı çekiyoruz.
Tırmanışa hazırlanan beş kadın, 4 Malaysian, 1 Turkish
Yürümeye başlıyoruz. Fuji’nin
girişinde 1000 yen ödüyoruz,
karşılığında Fuji rozeti, Fuji kitapçığı ve de çöp torbası veriyorlar. Hayretle
bakıyorum. Ne kadar organize her şey. Kitapçığa göz gezdiriyorum, hangi yolları
takip edeceğimiz, kaçıncı istasyonda ilkyardım ve güvenlik danışmanlık merkezi
olduğu, dikkat edilmesi gereken her şeyi içeren öylesine detaylı bir rehber ki
bu hayran kalıyorum. Çöp torbasını önce anlayamıyorum ancak tırmanış
başladıktan sonra bunun önemini anlıyorum. Herkes yanında getirdiği yiyecekleri
yiyor ve sonra bu çöp torbalarına atıyor. Japonya’nın her yerine hakim olan
kamusal alanda çöpünüzü paylaşmamanız, çöpünüzün bireysel bir şey olduğu mantığının
buraya da hakim olduğunu anlıyorum. Aynı Japonya’daki gündelik hayatımızdaki
gibi çöplerimizi yanımızda, sırt çantalarımızda taşıyoruz tırmanış boyunca.
Tırmanış boyu bir tane bile çöp görmediğimi de eklemeliyim, öylesine temiz, öylesine
özenli.
Akşam
22.00 sularında başlıyoruz tırmanışıımıza. Hedefimiz güneşin doğuşuna kadar 10.
istasyona varmak ve güneşin doğuşunu ordan izlemek. Tırmanış
boyu yanımızdan geçenlere imrenerek bakıyorum, böyle çeşitli bir yaş grubunu
Fuji’nin yollarında göreceğimi söyleseler de inanmıyorum önceden. 8-10
yaşlarındaki çocuklardan oluşan gruplardan, 70-80 yaşlarındaki yaşlılara kadar
herkes.
Tırmanış sırasında
Sanki Kyoto tapınaklarında kiraz ağacı seyrine gider gibi Fuji’ye
tırmanıyorlar! Üstelik her seferinde bize fark atarak yanımızdan geçiyorlar. Japonya’daki
yaşsızlık algısı, herkesin her yaşta her şeyi yapabilme özgüveni ve toplumun
bunu cesaretlendirici sosyalleşme algısıyla yeniden yüzleşiyorum.
Yorulduğumuzda
yanımızdan uzanan iplere tutunuyoruz. Öyle ki tırmananlar için ip
konumlandırılmış her yere. Malezyalı arkadaşlarım benden hızlı, çoklukla
geriden geliyorum, biraz da en çok ben gökyüzüne, yıldızlara, bulutlara
baktığımdan. Yıldızlara hiç o kadar yakın olmamışım. Dokunsam tutacak gibiyim.
Yoruldukça gökyüzüne bakıyorum. Yukarı da yıldızlar varsa, aşağıda bulutlar
var.
6.
istasyonda ilk molamızı veriyoruz. 5. ile 6. istasyon arası çok uzak değil,
ancak 6. istasyondan 7.ye tırmanırken yorulmaya başladığımı fark ediyorum. Keza
4-5 saattir tırmanıyoruz. Durakladığımız istasyonlarda satılan ürünlere
gülümsüyoruz. Cup noodledan, eldivene, çikolatadan, Japonya’da herhangi bir
markette satılan yiyecek çeşitliliğini aratmayacak çeşitlilikte bir yiyecek geçidiyle
karşılaşıyoruz. İlk istasyonda bir şey almıyoruz ancak sonra suyumuz bitiyor,
7. istasyonda yine bir su molası veriyoruz. Ayrıca ilk istasyondan yukarı doğru
çıktıkça her şeyin fiyatının artmasını görmek de şaşırtıyor bizi. Japonya’da
olmasak şaşırmazdık belki diye düşünüyoruz ama demek ki burda da oluyor
diyoruz.
Beni
en çok şaşırtan şey ise sabaha karşı 4.00 sularında yorulduğumuzu birbimize itiraf edemediğimiz ancak her halimizden belli
olan bir anda karşıma çıkıyor. Güneşin doğmasına bir saat kadar daha var ancak
biz henüz sekizinci istasyondayız. 1 saatte 10. istasyona varmamızın çok mümkün
olmadığını anlıyoruz ve 8. istasyonda uzun molamızı vermeye ve burda güneşi
doğurmaya karar veriyoruz.
Her istasyonda hem konaklayabileceğiniz hem de
dinlenebileceğiniz pansiyonlar var, konaklamak için önceden rezervasyon
yaptırmanız gerekiyor, ancak isteyen herkes duraklayıp dinlenebiliyor. İçeri
girmek istediğimizi söylüyoruz, karşımızda bir fiyat listesi beliriyor. Bir şey
içmek istersek ancak 15 dakika oturabileceğimizi, yok eğer güneşin doğuşuna
kadar bekleyeceksek bir şey içmesek bile 1000 yen oturma parası vermemiz
gerektiğini söylüyor kapıdaki görevliler. Israr ediyoruz, saçma olduğunu
söylüyoruz ancak onlar “burda böyle, istemezseniz buyrun Fuji sizi bekliyor”
der gibi omuz silkiyor. Birbirimize bakıyoruz, dinlenmek istediğimiz ortada.
Hepimiz oturma parası olan 1000 yeni veriyoruz, içeri geçiyoruz, oturmamızla masaya başımızı koymamız arasında saniyeler var.
Yorgun ama gülümsemeyi ihmal etmeyen yüzler
Orda 45 dakika-1 saat kadar dinleniyoruz.
Sabah olmak üzere. Havanın bulutlu olmamasını, güneşin doğuşunu görmeyi
umuyoruz.
Ve
beklediğimiz an geliyor, güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlıyor. Soğuktan
donuyoruz ancak teker teker dışarı çıkmaya başlıyoruz. Güneş bize gülümsüyor.
Güneş doğarken....
Güneş Fuji’nin yükseklerinden Japonya’nın içine doğru doğuyor ve biz Fuji’deyiz!
Dağları seven kadınlar. Türlü çeşit fotoğrafımızı çekiyoruz. Bu anları ölümsüzleştimeyi
amaçlıyoruz. Yolları Japonya’da kesişmiş beş kadın, bir daha ne zaman buluşur,
ne zaman tırmanışa geçer bilmeden o anın keyfini çıkarıyoruz.
Ve
yeniden tırmanış başlıyor. 8.’den 9. istasyona doğru. Sabaha doğru yelken
açıyoruz. Bu kez etrafımda yürüyen herkesin yüzünü daha net görüyorum. Herkes
gülümsüyor, keza çok yakınız, 1 saat içinde zirvede olacağız.
Dağda -kendi zirvende olma mutluluğu başka bir mutluluk çeşidiyle karşılaştırılamaz.
O sıralarda 3 arkadaşımı
kaybediyorum, oldukça yavaşım. Onlar Malezya’nın dağlarına da tırmanmışlar,
benden daha antrenmanlılar. Sadece biri benimle devam ediyor. Yolda bir kaç
Japonla sohbet ediyoruz. 70 yaşlarında olduğunu söyleyen bir adam ikinci kez
tırmandığını söylüyor, bize “ha gayret” diyor. Yanındaki yine o yaşlardaki kadın da gülümsüyor bize. Bir anı fotoğrafı çekiliyoruz orda. Onlara yaşlı demek olmaz.
Yaşsız dostlarımız...
9.
istasyondan 10. istasyona giderken artık sadece ne kadar yolumuz kaldığını
düşünmeye başlıyorum. Oldukça yorulmuşum. Sıklıkla taşların üstüne oturup
dinleniyorum. Benimle birlikte tırmanan son arkadaşım da bana fark atarak
ufukta kayboluyor. Halime üzülen bir başka yaşsız dost oksijen tüpünü bana uzatıyor, bir yandan motive edici şeyler
söylüyor. “Yalnız mısın” diyor, “yok değilim, arkadaşlarım var, ama onlar
yukarda çoktan”. O sırada aslında şunu
yeniden fark ediyorum; yanınızda ne kadar biri olursa olsun bir dağ tırmanışında
hep yalnızsınız. Yolculuğunuz sizle ve o dağ arasında. Ben Fujiyle başbaşayım o
nedenle. Yanımdan geçenler de. Herkes kendi yolculuğunun izini sürüyor. . Oksijen tüpü iyi geliyor. Bir dahaki
sefere diyorum kendime, olursa şayet oksijen tüpü de alınacaklar arasına
eklenmeli. Teşekkür edip yola devam ediyorum.
Zirveye
ulaştığımda karmakarışık hislerle dolu buluyorum kendimi; yapabildiğim için duyduğum mutluluk, fiziksel
olarak müthiş bir yorgunluk, manzaranın muhteşemliği karşısında büyülenmişlik,
çocukluk hayallerimden birini gerçekleştirmiş olmanın getirdiği bir kendine
ulaşmışlık, başarmış kalabalığın bir parçası olduğum için herkesten habersiz
herkesle bir dostluk. Bulutlara bakan banklardan birine kendimi atıyorum ve
onlara bir daha ne zaman bu kadar yakın olacağımı düşünerek oracıkta uykuya
dalıyorum.
Arkadaşım
Chris’in üzerimde patlattığı flash sesiyle açıyorum gözümü.
Yine de zafer işareti yaptığım bir fotoğrafım var hani, sadece zirvede değil, biraz daha aşağılarda.
Bulutlara nazir dostlarim
Birbimize gülümsüyoruz. Hatta sarılıyoruz. İnanılmaz bir an. Yorgunluğumu unutuyorum o sırada. Dinlendiğimi de farkediyorum kısmen. Bu kez sıra zafer fotoğraflarına geliyor. Sayısız fotoğraf çekiliyoruz, bu kez 3776 metreden!
Dağ mutluluğu ve şımarıklığı.
Sıra
inişe geliyor bu kez. Fuji rehberlerinde 5-6 saat yazan tırmanışı biz yaklaşık
9 saatte alabiliyoruz, inişin daha kısa
süreceğini umuyoruz. Bu kez birbirimizi kaybetmemize aldırmadan yollara
düşüyoruz. İniş yolu çok kumlu ve kaygan, hele ben tırmanış çubuğum (baton)
olmadan adeta aşağıya doğru uçuşa geçiyorum. Yolda karşılaşıp istasyonları sayıyoruz
yeniden. Dönüş yolunun çıkıştan da zorlu olduğunda hemfikiriz.
Hiç
bitmeyecekmiş gibi gelen o yoldan indiğimizde aşağıda Kyoto’dan tanıdığımız iki
arkadaşla karşılaşıp, gülüşüyoruz, hani dünya küçük biliyoruz da, bu kadar mı diyoruz!
Fuji’ye tırmanmanın ne kadar popüler
olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Performansına biraz güvenen herkesin hedefinde
bir rota Fuji-san. O sırada hiç görmediğim kadar topuklu ayakkabı giyen Japon
kadını görüyorum, sonra anlıyoruz, çoğu kadın aslında Fuji’ye gezmeye geliyor atlarla 5. istasyona kadar ve adeta turistik bir gezinti yapıyorlar Fuji’de.
Tabii bazı arkadaşlarım topuklu ayakkabılarla tırmanışa geçenlerin olduğunu da
söylüyor bunları konuşurken.
(Maalesef) turistik amaçlı kullanılan atlar...
Shinjiku’ya
dönüş otobüsüne binmeden, 5. istasyonun eteklerinde bir restorana oturuyoruz. Ve
birbirimize bakıyoruz yeniden; başardık! Ancak Fuji tırmanışından sonra
Hokkaido’ya geçecek olan Chris ve arkadaşlarından biri Hokkaido’da yapmayı düşündükleri
tırmanışı iptal etme planları yapıyorlar. Keza bir haftaya bir tırmanış yeter!
Fuji Sonrası...
Fuji
tırmanışı sonrası ilk durağım Nikko, Japonya’nın Tochigi eyaletinde, Tokyo’nun kuzeyindeki
dağların arasında, trekking rotaları,
şelaleleri, doğasıyla ünlü dünya güzeli bir başka bölge. Ertesi günü hostelde
dünyanın dört bir tarafından gelme gezginlerle sohbet ederken, cümleye “dün
Fuji’ye tırmandım”, diye başlıyorum. Herkesten bir “oooo” sesi yükseliyor. Ekliyorum, sonra da “dinlenmeden Nikko’ya geldim, burası ilk durağım”.
Hayranlıkla bana bakıyorlar. O an yeniden anlıyorum, Japonya’yı gezmek
tutkusuyla dolu olanlar, Japonya seyahati yapanlar, ikiye ayrılıyor: Fuji’ye
tırmananlar ve henüz tırmanmamış olanlar. Henüz diyorum çünkü ben tırmanışımla
ilgi odağı olduktan ve tırmanışın detaylarını vermeye başladıktan sonra, iki üç
haftalık Japonya seyahatine gelenlerin de özellikle bu sezon geldiklerini, Fuji
tırmanışını seyahat planlarına aldıklarını öğreniyorum. Herkesin olmazsa olmaz listesinde Fuji tırmanışı. Bu kez gezgin önerileri
sunuyorum; Yoshida Trail’i öneriyorum ve de mutlaka benim almayı unuttuğum
tırmanış çubuğunu ve oksijen tüpünü yanlarına almalarını! Ayrıca konaklama imkanınız varsa konaklayın diye de ekliyorum!
Fuji
tırmanışım öncesi gittiğim Endonezya geliyor aklıma. Endonezya'da ilk durağım Bali.
Bali’de bir tırmanış arıyorum, Bali beni şaşırtmıyor, müthiş doğasıyla
gezginler için düzenlenmiş milyon çeşit turlarını önüme sunuyor, bunlardan
birine katılmaya karar veriyorum. Batur Dağı’na tırmanacağım, yanımda
arkadaşlarım yok, tek başına bir kadın olarak tırmanacağım Batur Dağı’na. Batur Dağı Fuji kadar yüksek değil, 1717 metre, ve de ancak 4-5 saat sürüyor. Sabaha
karşı 3.00 sularında başladığımız tur, sabah 8.00 sularında tamamlanıyor. Yine
de tırmanış bittiğindeki yorgunluğumla Fuji sonrası yorgunluğumu karşılaştırıyorum. Adeta birbirine eş değer. Tur öylesine
düzensiz, öylesine kalabalık ve öylesine gürültülü ki, Batur Dağı’nın
güzelliğini çok anlayamıyorum. Turda her beş-altı kişiden sorumlu bir rehber
var ve her 15 dakikada bir, “herkes burda mı, grubunuzu kaybetmeyin” sesleriyle
tırmanışı bölüyor. Önümüzdekileri ve arkamızdakileri kontrol etmekten adeta
tırmanıştan keyif alamıyoruz.
Oysa
ki Fuji hem bireysel grupların tırmanışına izin veren sistemiyle, öylesine
düzenli organize edilmiş haliyle adeta Japonya’yı resmediyor. Tırmanış sessiz,
insanlar gürültüsüz, yardımsever ve her şey sorunsuz. Japonya’da trene atlayıp
seyahat etmek gibi Fuji’ye tırmanmak. Tren yolculukları ne kadar rahatsa, Fuji’ye
tırmanmak da o kadar rahat. Tabii tek bir farkla, yukarı doğru giden bir tren
yolculuğu bu!
Japonya'ya seyahat düşünenler ve yeryüzünün dağlarına merak salanlar için o yüzden
diyorum ki, Fuji tırmanışı olmazsa olmaz! Ancak o meşhur deyişi haksız
çıkarmayayım, bir kere tırmanmalı, ikinci tırmanışınız başka yükseklere olmalı!
Keza Fuji’ye tırmanmak o kadar da kolay değil!
Yorumlar
Yorum Gönder