Japon Sinemasından Notlar 1: Yukio Mişima
Yukio Mişhima, A Life in Four
Chapters, filmine dair...
“Tokyo'da
doğan Yukio'nun asıl adı Kimitake Hiraoka'dır. Eserlerinin temelinde, 'çağdaş
hayatın tinsel beyhudeliğine zıt geleneksel Japon değerlerinin ayrışması'
yatar. Kısa hayatına, 13 makale, 31'i tek perdelik 52 oyun, 143 kısa hikâye ve
20 roman sığdırdı. Samuray sınıfına has olan 'hara-kiri' yoluyla intihar
ettiğinde ciddi bir üne ve büyük bir servete sahipti. Yazarlığının doruk
noktasında ve sadece 45 yaşındaydı. Küçük bir bürokrat, Hitler ve Nazizm
hayranı olan babasının kökleri, hem çiftçi hem aristokrat hem de Japonya'yı 250
yıl yöneten askerlere kadar uzanır. Babaannesinin kökleri ise samuraylara
kadar. Babaannesi, Yukio'yu doğar doğmaz yanına aldı. İki katlı bir evde oğlu
ve geliniyle birlikte yaşayan babaanne, Yukio'nun beslenme saatleri dışında
annesinin alt kata inmesini yasakladı. Bu nedenle 12 yaşına kadar babaannesinin
yanından ayrılmayan Yukio, yıllar sonra ölen (1939) babaannesinin etkisinde çok
fazla kaldı.”
---------Mişhima’nın hayatını kitaplarından alıntılarla anlatan film Mishima’nın geçirdiği farklı evreleri de karşımıza bir bütünlük içinde sunuyor. Anneannesiyle, annesiyle ilişkileri, kendi eşçinselliğini keşif yılları, şiddete yönelik eğilimi, askerlik kurumuyla ilişkisi, milliyetçi duyguları ve geleneksel değerlerden uzaklaşan Japonya’ya ve daha pek çok şeye isyan niteliği taşıyan seppuku (karakiri) suna dair pek çok şey söylüyor film.
Birinci
bölüm Beauty, The Temple of Golden
Pavillon. Güzellik ve Altın Tapınak.
Öncelikle çocukluk sahnelerinden anneannesi ile ilişkisi anlatılıyor bu
bölümde. Mişima’ya 12 yaşına kadar anneannesi bakmış ve annesiyle görüşmesini
de yasaklamış bu sürede. Filmde buna dair şöyle bir görüntü göze çarpıyor: Mişima camın önünde hüzünle anneannesine
bakarken, anneannesi, annesinin ona iyi bakamadığını söylüyor Mişimaya,
yanındaki hizmetliye, “hastayım ve Mişimanın burda kalmasını istiyorum” diyor. Mişima
8-9 yaşlarında olmalı bu sırada.
“In
my earliest years,I realized life
included two contradictory elements, one is words, which could change the
world, the other one is world itself, which had nothing to do with words. In my
case words came first.”
Filmdeki
cümleleri yanlış anlamış olabilirim, nasıl yorumladıysam ona yer vereceğim o
nedenle. Mişhima’nın yazıyla ilişkisine dair anlamlar taşıyor bu cümleler.
Çocukluk yıllarımda, hayatın birbiriyle çelişen iki unsurdan oluştuğunu
anladım, bunlardan biri kelimeler, dünyayı değiştirebilecek gücü olan kelimeler
ve bir diğeri dünyanın kendisi, kelimelerle yapacak bir şeyi olmayan dünyanın
kendisi. Benim için kelimeler hep önce geldi.
Altın
Tapınak, Temple of Golden Pavillon, Mişhima’nın düşünsel dünyasına ilişkin pek
çok imge barındıran bir metafor gibi kullanılıyor filmde de. Altın Tapınak’a
her ikisi de engelli olan iki arkadaş girer, ve ordaki kadınlarla arkadaşlık
kurmaya çalışırlar. Ancak kekeme olan ve Mişhima’nın kendisiyle özdeşleşme
kurduğunu düşündürten Mizoguchi Altın Tapınak’ın güzelliğinin etkisinde
kaldığından kadına dokunamaz. Aklında hep Altın Tapınağın güzelliği vardır,
başka güzellik aramamaktadır. Hatta Altın Tapınağın güzelliğine yönelik
korkusundan ötürü “beaty is my enemy”, “güzellik benim düşmanımdır” demektedir.
Ve ekler, “life is bearable only when I imagine Golden Pavillon”, sadece Altın
Tapınak’ı hayal etmek yaşamı çekilebilir hale getiriyor.” Bu düşüncelerinden
kurtulmanın tek yolu da Altın Tapınak’tan kurtulmaktır. Mişhima bunlarla
aslında kendine dair şunu söylüyordu; insan en iyi ve en güzel zamanında yok
etmelidir kendisini. Burda kendine dair de güzellik algısını sorguladığını görüyoruz
aslında. Kendi bedeniyle olan ilişkisini güzellik algısı üzerinden sorguluyor
pek çok sahnede.
Askerlikle
olan ilişkisine dair de sahneler görüyoruz. Bedenini zayıf bulduğundan ve daha
pek çok nedenden, kendisi de sorgulasa da bu nedenleri, askerlik yapmak
istemiyordu. Kendisine dair kurguladığı ölümün askerlikle kolay geleceğini
bilmesine rağmen yapmak istemeyişinin iç sorgusunu Bir Maske’nin İtiraflarından
okuyacaktık, önce bu sahnede neler olduğuna bakalım:
o ve
daha pek çok aday çırılçıplak soyunmuşlar, doktorların önünde askerliğe uygun
olup olmadıkları kontrol ediliyordu. Öksür dedi, doktor. Öksürmeye başladı.
Sonra susmadı, devam etti öksürmeye, doktor
ne kadar süredir böylesin diye sordu, 6 aydır diye cevap verdi. Zaman zaman kan
gelir mi öksürürken dedi, ve ona da evet dedi Mişhima. Ve askerliğe uygun değildir yazdı doktor.
Sonra kendisine dair sorgusu şöyle ilerliyordu filmde: “hep bir savaş alanında
ölmek istedim, neden o zaman yalan söyledim? Neden hastalığımı abarttım?
Kelimelerim bana şunu gösteriyordu ki aslında ben hiç ölmek istememiştim.”
Bunları
Bir Maskenin İtiraflarında Mishima şöyle anlatıyordu:
... İlaçların yardımıyla düşmüş olan ateşim
yeniden yükseldi. Orduya katılmamdan önceki doktor muayenesi sırasında bir süre
yabani bir hayvan gibi çırılçılplak ortada dikildim kaldım. Durmadan
aksırıyordum. Muayeneyi yöneten askeri doktor olacak acemi çaylak bronşlarımdan
gelen sesi yanlışlıkla bir akciğer hastalığı sandı ve şimdiye kadar geçirmiş
olduğum hastalık üstüne verdiğim cevaplar da bu yanlış yere kapılmış olduğu bu kanıyı kuvvetlendirdi.
Yapılan kan muayenesi, üşütmemin sebebp olduğu kuvvetli ateşle ilgili olarak,
yeni başlamış verem yanlış teşhisine yol açtı. Hemen o gün çürük kaydıyla eve
gönderildim.
.... Yabancılar arasında, bulutsuz bir göğün
altında ve huzurla ölmek istiyordum. ... Aslında benim istediğim daha çok bir
intihardı. Yaşlanmış tilkilerin kurnazlığına erişemeden, bir dağ yolunda
kayıtsız koşarken budalalığı yüzünden bir avcının kurşununa kurban giden bir
tilki gibi ölmek istiyordum...
Bu durumda ordu benim için biçilmiş kaftan
değil miydi? Neden askeri doktorun yüzüne bakıp yalan söylemiştim? Altı aydan
fazladır ateşim olduğunu, omurumun
sancılandığını, kan tükürdüğümü, daha geçen gece ter içinde uyandığımı neden
ileri sürmüştüm?.....
.... İlerdeki hayatım boyunca, kahramanca bir
ölümden kaçmak gibi bir gerçeği haklı çıkaracak bir şeref derecesine
yükselemeyeceğime emindim. Bundan ötürü kışla kapısından acele sıvışmama sebep
olan kudretin derinlerdeki sebebini de bulup çıkaramıyordum. Her şeye rağmen
hayatta kalmak istemek miydi bu? Beni nefes nefese sığınaklara koşturan şu
tamamen otomatik tepki, hayatta kalma isteğinden başka bir şey miydi? İşte burda birdenbire içimdeki ses, aslında
bir tek defa bile gerçekten ölmek istemediğimi bana fısıldadı.
İkinci bölüm, Art, Sanat başlığını taşıyor
ve 1959’da yazdığı, Kyoko’nun Evi (Kyoko’s House) zamanlarını anlatıyor. Bu bölümde yazdığı kitaplara ilişkin
kutlamalar, toplantılar görüyoruz. Bir toplantı sırasında yanındaki kişi, toplu eserler yayınlayan en genç yazar olduğunu
söylüyor. Mişima da “batı dillerine çevirilerim yapılmadıysa sevinecek çok da
bir şey yok demektir” diye cevap veriyor. Ama “Dalgaların Sesi” çevrildi diye
yanıtlıyor yanındaki. Mişima da “sadece bir tek kitap ama” diyerek kendi
hikayesini azımsıyor. Bu görüntülerden aslında yazdıklarıyla var olma istemine
dair esintiler biriktiriyoruz bir anlamda.
Ve
yazma öykülerine dair kimi görüntüler geliyor. Şöyle diyor Mishima:
“Her
gece gece yarısında masa başına otururdum. Beni etkilendiğim herhangi bir şeyin
neden etkilediğini yazardım, aklıma gelen her şeyi yazardım ve sonra
yazdıklarımı soyutlardım ve yeniden yazmaya otururdum.”
Bu
bölümde de görselliğine ilişkin kimi hatırlatmalar var, nitekim bu Mishima’nın
hayatı boyunca üzerine çalıştığı bir konu. Kendo öğrenerek ve düzenli yaparak,
diğer savunma sanatlarıyla uğraşarak bedenini güçlendirmeye çalışması. Eşçinselliğine
dair izlenim edindiğimiz anlardan birinde, erkeklerin dans ettiği ve Mishima’nın
onları izlediği bir partide, dansa kalktığı bir partner adayının kendisine “omuzların
ne kadar güçsüz” demesi üzerine dans partisinden hızla kaçıyor. Ve sonra onunla
konuşmaya gelen bu kişiye, “sen aynaya baktıgında güzellik görüyorsun, ama ben
aynaya bakamıyorum bile, o nedenle bana bu tarz şakalar yapma” diyor.
Hayretle
izlyorum bu sahneyi. Bir Maskenin İtiraflarında’ da kendisini cılız
bulduğundan, görüntüsünü sevmediğinden bahsediyordu, ancak bunu karşısındakine bu
denli itiraf edebileceğini düşünmezdim. En azından bunun okurun ya da
izleyicinin hayal dünyasına bırakılacağını, buna dair diyaloga filmde yer
verilmeyeceğini düşünürdüm.
Ancak
bu sahnenin de filme dahil edilmesi aslında onun bu kendi içindeki görsellik
meselesini zaman zaman dışa da vurduğunu gösteriyor bize. Nitekim ben filmi
izlemesem, bunun böyle yansıtılacağını düşünmezdim dediğim gibi.
Aslında
varlığında tezatlar birliğini görmek çok zor değil Mişima’nın: özgüvensiz bir
hali var, erkekler için yeteri kadar çekici br erkek olamadığını düşünüyor hep
ve bu onun kendisiyle ilişkisinin yönünün negatif olmasına neden oluyor
aslında. Ancak tam tersi bir karaktere sahipmişçesine de yazınına güveniyor ve yazmaktan hiç
vazgeçmiyor. Bu aslında yazanların, yazarların, hangi tezat dolu karakter
buhranlarından geçerek yazmaya sığındıklarının bir göstergesi benim nazarımda. Bunu
en iyi kendisi açıklıyor şu satırlarıyla: “words are seperated from my body”
Kendi vücuduyla kurduğu ilişkiyi başka bir yere, kelimelerin ondaki
yansımalarını başka bir yere koyuyor ve kendisi kendi vücuduyla fiziksel olarak
varlığını devam ettirirken, kelimelerini başka yönlere savurtuyor. Bedeninin
hiç ulaşamayacağı yerlere giriyor kelimeleri belki de, onun algısında.
Bu bölümde’de
Kyoko’nun evi romanından görüntüleri hayatıyla ilintilendirebiliyoruz yine. Roman
kahramanının annesine ait olan kafenin sahibi bir kadın onu buluyor ve annesinin borçlarının
silinmesi karşılığında kahramanın hayatını ve kendisini satın almak istediğini
söylüyor ve kabul ediyor kahramanımız da. Bu kadınla kurduğu sado-mazo ilişkide
her tür şiddet, kanın akması gibi görüntüler görüyoruz. Her ne kadar Mishima’nın
böylesi eğilimleriyle ilgili ön bilgileri Bir Maskenin İtiraflarında okumuş
olsam da, filmde buna dair bir gönderme sezmedim. Yine de bu görüntüleri
hayatıyla ilintilendirdiğimizde, bu şekilde verildiğini tahmin ediyorum. Bu
bölümün başlığı olan “Art” ı nasıl anladığını da sonraki bölümde şöyle
anlatıyor: “up to now, I create action in the sunshine, I create art in dark” “Şu
ana kadar, eylemi güneş ışığında, sanatı karanlıkta yarattım” Bize anlatılan bu
‘karanlık’ ilişkiler yumağında, şiddetin, kanın, acının yarattığı sanat
unsurlarını görmemizi istiyor.
Üçüncü bölüm “Action”, “Eylem” adını taşıyor ve Runaway
Horses (Kaçak Atlar) romanından görüntülerle Mishima’nın hayatının başka bir
dönemine götürüyor bizi. Bereket Denizi serisinin 2. kitabıyla.
Burda da
Mishima’nın kendi hayatını sonlandırma şekline dair görüntüler usta bir kendocu
olan Isao’nun hayatıyla veriliyor. Ve Isao da Mishima gibi arkadaşlarını
örgütler, Japonya için kendi düşüncesine karşıt olan grupların ortadan
kaldırılması gerektiğini düşünür ve
amacına ulaştıktan sonra seppuku yapar.
Bu bölümde
kendisiyle yapılan bir röportaja da yer verilmiş ve kendisine sorulan sorulara
cevaplar veriyor burda. Kendisine “artık yazmayı bırakacak mısınız?”
diye soran bir gazeteciye:
I
could not survive if I did not continue writing one more line, one more line
and one more line. One more line ‘a
vurgu yapıyor ve başka bir şey söylemesini beklerken herkes yine onu duyunca
topluca gülüyor. Çünkü, yazdığı her kelimenin kendisi için anlamının büyük
olduğunu söylüyor aslında bu satırlarla; bir satır daha yazmazsam, ve bir satır
daha, ve bir satır daha, yaşayamam ben.
Ve son bölüm, dördüncü bölüm Harmony of Pen
and Sword başlığını taşıyor. Kalemin ve kılıcın harmonisi.
Bu
bölüm kitaplarından bağımsız doğrudan hayata bakış açısını, hayatının son anlarıyla
veriyor bize Mishima’nın. Kılıcıyla, milliyetçi duygularıyla, kalemini,
yazılarını nasıl ortak bir potada erittiğinin şifresi tek bir kelimede gizli:
ölüm. Ölümün kendi farklı kimliklerini
birleştirdiğini düşündüm ben çokça. Ve sanki hayatın kurgusunu da hep bu
noktaya ulaşmak istercesine çizmiş. Bunu amaçlayarak yazmış, yazmış sonra bunu
amaçlamış. Bereket Denizi’nin son kitabını bitirdikten sonraya denk getirmiş
seppukusunu. Böyle kurgulamış. Yazacağını yazdığına inandıktan sonra, gitmeyi tercih etmiş.
Kendine
biçtiği sonda Japon Silahlı Kuvetlerinde görevli bir komutanı bağlıyor,
odasında kapıları kilitliyor. Ve balkona çıkıp konuşmasını yapıyor. Bu
konuşmasında ordunun gücünden ve ordunun Japonya’nın son umudu olması
gerekliliğinden bahsediyor. Ancak Japonların hep parayı düşündüğünden yakınıyor
ve soruyor, milli duygularımız, milli ruhumuz nerde?
Milli
duygulara takılarak okumuyorum Mishima’nın düşünsel dünyasını. Bu ona
hakszılık, Mishima’yı indirgemek olur. Onda anlamaya çalışmamız gereken şey
aslında tezatların biriliği, döneminin Japonyasındaki yaşam şekli, ölümü
algılayış biçimi, cinsel tercihi ve tüm bunlarla bunların etrafında şekillenen
yazmanın ilişkisi. İnanarak ve kendi kurguladığı yaşamı yaşamak her şeyden
önce, izi sürülecek bir yaşam değil midir? “İntihar mastürbasyonun en son
halidir” der ve seppukuyu intihar biçimlerinin içinde en başa koyar. Bu
cümlesinde ölümden duyduğu hazzı anlatır bize. O nedenle bazı ölümler üzülmek
için değil, anlaşılmak içindir. Ve Mishima’nın hayatı da ölümü de bu izleri ve
anlaşılmayı hak ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder