Marquis de Sade izleğinde Yazmak Meselesi
Marquis de Sade izleğinde Yazmak Meselesi
17.10.2015
Yazının kendisinin gücünden söz ediyorum
aslında. İçimizden çıkaramadığımızda bizde nasıl bir karabasan yarattığından
bahsediyorum. Bazen elimiz ayağımız kesilir, en büyük fiilimiz sadece durmak ve
izlemek olur. Bireysel acılardan kaynaklanmanın ötesine geçiyorsa hele bu
durmak hali, toplumsal acılardan besleniyorsa, işte o ki en tehlikelisidir. Hiç
durmamayı, inadına yürümeyi motto etsek de kendimize, acının boyutu
durduruverir bazen insanı. Sanki ne yazsak, ne yapsak, ne konuşsak anlamsızmış
gibi gelir. Anlamsızdır da aslında. Ölümün, şiddetin karşısında üç ya da beş
cümle etmişiz, a ya da b olmuşuz, c’ler ve d’ler hakkında kitaplar yazmışız, ne
önemi var ki deriz. Sokaklarda insanlar gündelik yaşantılarına devam ederken,
bir coğrafyanın acılarını başka coğrafyalar dikkate almazken, hangi farkındalık
yaratmaktan bahsediyoruz ki biz deriz. Bu ruh hali insanı kuşatıverir. Bizi yaşantının
kendisine de yabancılaşmak gibi tehlikeli bir sonuca doğru götürme riski her
zaman vardır bu ruh halinin. Olup biten her şeyin anlamsızlaştığı bir noktada
bir başka gerçekliğimiz daha olmadan nasıl yaşanır ki? İşte yazının kendisinin
gücü orda başlar. Hep başlamıştır, hep ordadır ya, acının sonsuzluğunda ıpıssız
ve yapayalnız bir noktada kıvranırken uzanıverir yeniden, başka gerçekliğimin
asıl öznesi olduğunu hatırlatıverir, geriye sadece onun elini tutmak kalır.
Kendisi acıya dayanmanın adıdır. Karabasanlarla yüzleşmenin, onların
gerçekliğini yok etmeden, var oluşlarıyla barışmanın ve bu şekilde onları bile
çekilir kılmanın adıdır, yazmak. Yazanların, yazıya tutunmuşların dünyasına
girmek de sancılardan sancı devşirmenin, sancılarla yüzleşmenin bir diğer
boyutudur. Yalnızızdır ancak bu yalnızlıklar bir yerde iç içe geçer, birlikte
soluk alır, birbirini anlar, birbirini kabul eder. Bir dış gerçekliğin
yaratamadığı yakınlığın adı olarak çıkıverir karşımıza, yazardır bu bazen,
yazının kendisidir bazen, bazen de hikayenin kendisidir, izlediğimiz. Bugünkü
ortaklığımın adı Marquis de Sade. Çok eskilerden ya, eskinin ya da yeninin de
bir önemi yok, hep hayatın içinde olup biten, hep içimizde olup biten tüm
bunların ortak noktası zamansız oluşu değil mi? Sade’nin yazını da, şiddeti de,
acısı da, sancısı da, tutkusu da bizdendir, içimizdendir.
Quills, Düşlerin Efendisi
Marquis
de Sade’nin akıl hastanesinde geçirdiği son yılları anlatan film, yazmanın
insanı çıldırttığı noktayla, insanın çıldırdığı noktada yazmanın nasıl bir ilaç
olduğu noktası arasındaki bağlantıyı veriyor. Başrolleri oynayan ikilinin,
Marquis’in (Geoffrey Rush) ve Marquis’in yazılarının okunmasını sağlayan
çamaşırcı kız Madeleine’in (Kate Winslet) etkisini yadsımamak gerekiyor bu
bağlantıyı izlerken.
Marquis
bütün delirmişliğini kaleme ve kağıda aktarmanın tutkusunu yaşıyor. Yazdıkları
çamaşırcı kız Madeleine aracılığıyla Fransa’ya yayılınca ve bu müthiş bir olay
olunca yazması yasaklanıyor baş düşmanı doktor tarafından. Ancak bu Marquis’i
durdurmuyor. Gelen tavuk yemeğinin lades kemiğini şaraba batırıp çarşaflara
yazıyor bu kez. Çarşaftan çıkan kırmızı lekeden ve üstündeki notlardan bu
anlaşıldığında şarap da verilmiyor, kemikli tavuk da. Bu kez camı kırıyor ve
can parçasıyla kanından kelimeler yaratıyor, tüm vücuduna. Kendi bedeninde
hikayeler yaratıyor Marquis. Kıyafetlerine yazıyor.
Kıyafetleri
alındığında, elleri kelepçelendiğinde bile dışkısından yazıyor Marquis,
duvarlara.
Tek
tutkusu kalem, kağıt ve mürekkep olan Marquis’in elinden bunlar alındığında
havaya savurduğu sözlerini akıl hastanesindeki deliler aracılığıyla Madeleine’e
ulaştırıyor. Akıl hastanesi Marquis’in yazını engellemeye çalışsa da, aslında
üretkenliğine zemin de hazırlıyor. Deliler arasında gidip gelen kelimeler,
Marquis’e şunu düşündürüyor:
“Mükemmel
yazılarım, delilerin beyninden süzülüp yazılıyor, belki de daha ileri taşırlar.”
Delilik,
yazıyı ileriye taşıyan bir şeyken, aynı
zamanda delilik yazının en acı şekilde gerçeğe büründüğü nokta da oluveriyor. Marquis’in sözlerinde dile gelen ateş, bir delinin
elinde yangına dönüşüveriyor, ve oluşturduğu hikaye, Madelein’in bedeninde
canlanıyor, yine bir deli tarafından. Bu, Marquis’in kelimeleriyle dile gelen
ve sanal dünyasında bu kelimelerin karakteri
olan Madelein’in bu kez gerçeklikte o karakterlere dönüşmesi anlamına geliyor,
Madelein’in ölümüyle hayata geçen.
Sade’nin
hikayesi Quills filmiyle canlanıveriyor, film aslında Marquis’in hikayesiyle,
Madelein’in bu hikayelere inanmışlığıyla, papazın Madelein’e olan aşkıyla,
doktorun Marquis’in yazma gücünü engellemesiyle, ‘masum bir kız’la evlenerek
onun gözünü boyamaya çalışmasıyla, ve o ‘masum kız’ın Marquis’in yazınından
beslenerek doktorla ilişkisinde ortaya
çıkarmadığı cinselliğinin ve kadınlığının, başkasında şekilllenen baştan
çıkarıcılığıyla, insan doğasının sanrılı taraflarını, acılarını, şiddetini,
vahşiliğini, ikiliğini, ruhların dışarıya açılan irinlerini gösteriyor.
Bu
gerçeklik Madelein’in sözlerinde dile geliyor:
“Okumak
benim kurtuluşum. Onda yaşama tanık oldum. Kendimi onun hikayelerine koydum,
karakterleri oynadım. Fahişe, katil. O sayfalarda o kadar kötü bir kadın
olmasaydım, sanırım gerçekte bu kadar iyi
bir kadın olamazdım.”
Yorumlar
Yorum Gönder