Tutku ve Saplantılarla Yüzleşmenin Hikayesi: Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Tutku ve Saplantılarla Yüzleşmenin
Hikayesi: Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Stephan
Zweig’in İş Bankası Kültür Yayınları’ndan Mart 2015’te çıkan Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
adlı kitabı, altmış yedi yaşındaki bir kadının hayatında kimseye anlatamadığı ve unutamadığı
24 saatinin, ertelenmiş bir itirafın ve insana ait tutkuların ve saplantıların
hikayesidir. Bir yandan, bir kadın hikayesinde dile gelen ahlak ve suç
algısının, arzunun iyi ve kötüyle ilişkisinin sorgusunun hikayesidir.
Bir
kadını itirafa götüren şey bir başka kadının kendisinin yıllar önce yapmayı
düşündüğünü gerçekleştirmesidir: Fransız Rivierası’nda küçük bir pansiyonda
kalan bir grubun arasında evli ve düzenli bir hayatı olan bir kadın pansiyonda
tanıştığı yakışıklı bir Fransız gençle geçirdiği bir kaç saat sonrasında kaçmıştır.
Bu olay sonrasında bütün pansiyon kadının ahlak düzeyini, yani ahlaksızlığını,
edepsizliğini konuşurken sadece bir kişi bir kadının cesaretle arzusunun
peşinden koşmasının son derece anlaşılır olduğunu düşünür ve onun düşünceleri
diğer kadına yıllarca içinde biriktirdiklerini sorgulamayacak birini bulmanın
hafifliğini yaşatır, itirafının zeminini hazırlar.
Düzenli ve sıradan bir evliliği olan kadın, eşinin
ölümünden sonra yalnızlığıyla başbaşa kalır ve kendi içindeki boşluğu dış
dünyanın hızıyla ve huzursuzluğuyla doldurmak için Monte Carlo’ya gider. Kumarhane
içindekileri bırakıp, yenileriyle dolduracağı yanılmasını yaşadığı yerdir.
Bundan
sonrası kadının kendisinde bulmaya
cesaret edemediklerini, başka bir bedende, başka bir yüzde, başka ellerde
bulmasının, içindeki arzunun, tutkunun, arzuyu ve tutkuyu kumar masasında
kaybetmek ve kazanmakla kurduğu ilişki üzerinden tanımlayan bir adamda
şekillenmesinin ve bu yeni oluşan biçimde hem karşısındakini hem kendisini
takip etmesinin hikayesidir.
Kadının
kumarhanede karşılaştığı genç adamın yaşadıkları, bağımlılığın ve esaretin
tutkuyla, heyecanın bedenle, bedenin zafer ve çöküşle ilişkisini ortaya koyar.
Kadın, adamın izleğinde yaşamın ve ölümün peşinden gitmektedir. Adamın kumardaki iniş ve çıkışlarının nihai
bir çöküşle son bulması adamın bedenine yansır, kadın şimdi ölümün diri bir bedendeki soluk izlerinin peşindedir.
Ölümün
izleri bu adamda çaresizlik, ümidi kesmişlik, hareketsizlik olarak görünür hale
gelir. Yağan yağmurun şiddetinde bir adam kumar masasında bıraktığı geçmişini
ümitsizliğinin ıslaklığında izlemektedir. Kadını harekete geçiren bu görüntü
olur; intiharla sonuçlanacak bir geceye izin vermek içinden gelmez. Onu kuru bir
yere götürmek ister. İtirafındaki ahlak
sorgulamaları itirafının biçiminde saklıdır: bundan başka bir şey kesinlikle
düşünmez, adamı bir yere götürürken bile
deneyimsiz bir kadın olarak aklına ahlaksızca
bir şey asla gelmez.
Kadının içsel sorgulamaları, onun algısında
ahlakı nasıl keskin çizgilerle tanımladığını gösterir. Ancak itirafında
karşımıza çıkan diğer yüzleri, kendisine gerçek bir yüzleşme yaşatacaktır.
Kendisiyle
sürekli bir mücadele içindedir ve adama yardımcı olmasının altında yatan tek nedenin
bir adamın cesetleşmesine engel olmak olduğuna ikna etmek istemektedir, önce
kendisini.
Bu
cesetleşme sürecini engellemek için gittikleri otelde adamın “Gel” deyişine
engel olamamıştır. Şimdi ortada duran sadece bir kadın, bir adam ve bir odadır.
Bu odada kadının gördüğü kaybolmuş bir
insanın yaşamın hayat veren her damlasını şiddetli bir arzuyla hararetle emmesi,
doğanın ara sıra soğuk ve sıcak, ölüm ve yaşam, coşku ve çaresizlikle ilgili
yönlerini birkaç nefeslik muhteşem ve olağanüstü şekilde sıkıştırmasıdır.
Kadın
cinselliklerinin tadını bu şekilde tanımlarken de itiraflarına devam
etmektedir. Sabah uyandığında hissettiği kirlenmişlik ve pişmanlık duygularını
gerçekliği olarak sunarken, içindeki arzu ve tutkuyla derin bir yüzleşme
içindedir. Bu yüzleşmeyi o ana kadar yapmamış olması, pişmanlığının derecesini
belirler. Coşkusu ne kadar büyükse, pişmanlığı da o kadar büyük olsun
istemektedir.
O
gecenin sabahında adamın yüzünde bulduğu şey ise, diğer kadının ona hikayesini itiraf etmesine yol açan kaçma hikayesinin baş
kahramanı Fransız gencin özelliklerine benzemektedir: sarı saçları kırışıksız
alnına bukleler halinde düşmüş, nefesi göğsünden dinlenme halindeki bedenine
sükunet içinde yumuşak bir dalga oyunu halinde yayılmaktadır. Adamın kumar
masasındaki şiddeti ve çıldırmışlığını okuyabilen kadın, şimdi aynı adamın
masumiyetini, çocuksuluğunu ve ışıltısını okumaktadır.
Ancak tüm bunların korkunç olarak tanımlananla, masum
olarak tanımlanan arasındaki geçişleri gösterdiği ve bunların edinilmiş tek bir
kimlikle sonuçlanmayacağı gerçeğiyle henüz yüzleşmemiştir.
O şimdi, bir
adamın cesetleşmesinden, yaşamın içinde kılınması sürecine fedakarlığı,
insanlığı ve cinselliğiyle yaptığı katkıdan başka bir şey düşünmemekte, adamla
geçirdikleri güzel bir günde
-gittikleri restoranda, bindikleri faytonda,
uğradıkları kilisede- adamın dönüşümünü, minnetini, itiraflarını izlemektedir. Kumar
tutkusunun gözlerinde yarattığı ateşli pırıltının adamın içindeki zehre işaret
etiğini anlasa da, bunun her tür yaşam deneyimine, ihtiyaca, pırıltıya, huzura,
dini inanışa, güzelliğe üstün geleceğini henüz bilmemektedir.
Gitme
vaktini düşündüğünde, kendisinde o ana kadar itiraf edemediği bir gerçekle daha
yüzleşecektir: adama aşık olmuştur ve onun kadınlığını görmeyip sadece
insanlığını görmesi ve bu nedenle çekip gidebilmek üzere adım atması büyük bir
hayal kırıklığı yaratmıştır onda. Çünkü aynı itirafına neden olan diğer kadının
Fransız gençle kaçması gibi, o da karşısındaki genç adamdan birazcık ilgi görse
düzenli hayatına dair ne varsa silecek, o adamla bilmediği bir coğrafyaya çekip
gidecektir. Onunla gidememenin acısını
aynı 24 saati yeniden yaşamakla
gidermek, bu sancıyı dindirmek ister. Ve kumarhane olur ilk durağı. Oracıkta,
dönüşümünü tamamladığını düşündüğü
adamın, tutku cehenneminden kıvranan bir adam, aynı adam olarak karşısına
çıkması yıkımı olur. Üstelik tutku cehenneminde yandığını düşündüğü bu adam,
onu tanımamış, ilgilenmemiş ve aşağılayarak kumarhaneden göndermiştir.
Şimdi kadın, gerçeklik dediğimiz şeyin kaç
boyutu olduğunu bilememenin derin yüzleşmesiyle gitmektedir. Kendi hayatına
geri döner. Sonradan aldığı adamın intihar
haberine verdiği tepki kadının ruh dünyasının aynasıdır.
Yıllar
önce onu intihar etmekten kurtarmak için içine girdiği mücadeyi kutsayan ve
adamın bu mücadeleden zaferle çıkışıyla mutlanabilen bir kadın, şimdi adamın ölümüyle
haz duymakta, bu ölümle bir çeşit arınmışlık yaşamaktadır.
Stefan
Zweig’ın bir kadının bir nefeste yaşadığı bir gününü anlattığı Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
adlı eseri insanın içinde gezinen ruh
sıkışmalarını ele alışıyla okura bir nefeslik okuma şöleni sunuyor.
*Bu yazı, 13.11.2015'te Edebiyat Haber'de yayınlanmıştır: http://www.edebiyathaber.net/tutku-ve-saplantilarla-yuzlesmenin-hikayesi-bir-kadinin-yasamindan-yirmi-dort-saat-isil-bayraktar/
Yorumlar
Yorum Gönder