Fazıl Say'ın Ardından
Osaka, Japonya, 26 Kasım 2016
Müziğin, içinizdeki en iç damarları canlandıran hakiki
bir müziğin kendinden geçmek demek olduğunu, piyanodan yükselen seslerin bir
bedende resimleşebileceğini, ve sizin o müziği dinlerken ayn zamanda müziğin
çizdiği bir başka sanat eserine dönüşen o resme bakacağınızı, dünyanın en
büyülü resminin içinden çıkan seslerin sesin sahibine, orkestra şefine,
orkestra ekibine, izleyenlere bir coşku
halesi olarak yansıyacağını, bu coşkunun ellerden, parmaklardan, tırnaklardan,
ayaklardan dünyaya yayılacağını, bedenin tüm bileşenlerinden yayılan enerjinin ayrı
ayrı her noktasında görünür hale geldiğini, bir piyanonun içinde apayrı bir
dünya yaratıldığını ve o dünyanın içinde hipnotize etme yeteneği saklı olduğunu
ve bu hipnozun etkisinde kalanları kendisine aşık ettiğini, dünyadaki herkesin
sınırsız bir sürede tek bir sese kilitlenebileceğini, orkestra şefinin sihirli
değneğinin alacağı rotanın piyano, beden ve parmaklar arasındaki bir düzlemden
yansıyan albenili bir melodinin peşinden gideceğini, gideceği yerde sihirli
değneğin değdiği yüzlerdeki pırıltıyı yeniden sahneye taşıyacağını, enstrumanların
tekil çekiciliğini taşıyan müzisyenlerin ayn anda tek vücut olurcasına tek bir
noktaya sabitleneceğini ve o noktadan yeniden, yeniden ve yeniden dünyaya
karışan seslerin yeri ve göğü sade, mütevazi, sessiz bir şölenle kendine hayran
bırakma yeteneği olduğunu, ben, Fazıl Say’ı
dinlerken anladım.
Yorumlar
Yorum Gönder