Çöplüğün Generali ve Ötesi

Mavi Melek Edebiyat, Sayı: 43, Yayın tarihi: 21/12/2009

Çöplüğün Generali ve Ötesi






Üç sene önce Oya Baydar ODTÜ'ye bir söyleşiye geldiğinde, romanları hakkında yazılanları ve onun siyasi kimliğini biliyordum sadece. Henüz romanlarını okumamıştım. Yine de onu tanımak için gittiğim söyleşisinde on kişi kadar bir grup gördüğümde şaşırmıştım, o ise şaşırmadığını, genç bir okur kitlesi için iyi bir sayı olduğunu söylemiş, bizi buna ikna etmeye çalışmıştı.
Üç sene sonra başka bir Oya Baydar söyleşisine, romanlarını okumuş, üzerinde düşünmüş ve hakkında yazılanlar hakkında fikir sahibi olarak yeniden gittiğimdeyse kendimce bir sorumluluğu yerine getirdiğimi düşünüyordum. Bu biraz da konuşulanın içine girebilmenin getirdiği o manevi paylaşım duygusunu hissettiren o ortaklık duygusundandı. Hep böyle mi olurdu? Sevdiğim yazarla buluşma öncesi, konuşulan konuyu bilmek duygusu, evet bunu yaşatırdı bana.
Söyleşinin ana konusu: “Çöplüğün Generali üzerinden Toplumsal Bellek Yitimi: İnsanın Üç Maymun Halleri” idi. Roman boyunca kafalarda soru işaretleri yaratan noktaları bir anlamda yazar da dillendirecek, kendi üç maymun algısını yeniden bizimle paylaşacaktı.
Yazar olmak paylaşmaktı.
Çöplüğün Generali'ni bir farkındalık yaratması için kaleme aldığını söylüyor Baydar. Diğer romanlarının aksine edebi dili çok da önemsemediğini, bunun vereceği mesajın önüne geçmesini istemediğini anlatıyor. Roman karakterlerinin bir adının olmayışını da karakterlerin hatıralarda kalmasından ziyade olayların akılda kalmasını istemesine bağlıyor .
Yok'ları kullanıyor yazar. Adı yok, diyor. Olmayan ülkelerden bahsediyor. Aslında var olan pek çok şeyi anlatırken bu yokluk alegorisi, bir tersinden düşünme eylemini yaratmıyor mu? Hatırlıyorum yeniden, tersinden düşünme de bir farkındalık yaratma noktası olarak karşımıza çıkabiliyor.
Bu farkındalık yaratma hissinin, üç maymun haline geldiğimizi/geliş sürecimizi sorgulama dürtüsünden kaynaklandığını söylüyor yazar. Neden ‘görmedim, duymadım, bilmiyorum'cu oluşumuzu sorguluyor. İnsanlar üç maymun haline geldiği için patlayan bir ülkeden bahsettiğini anlatıyor. Patlayan ülkeleri bile hatırlamaz hale gelişimiz, nasıl bir unutma süreci yaşadığımızı daha kolay gösterir düşüncesiyle belki de. Öyle bir hatırlamama halinin, merkezler tarafından vücudumuza virüs verilmiş gibi oluşunu, gerçek bir virüs kod adı alegorisiyle işlediğini anlatıyor. Merkezlerden kastettiğinin devletler olabileceği gibi, her şekilde yönetenler ve iktidar sahipleri olduğunu da.
Oyuncağa sahip olup, onu istediği zaman çocuğa vermek gibi aslında, bu iktidarın -merkezlerin bizi yönlendirişi ve unutturuşu- istemediği zaman “hayır çocuğum, oyun yok, oyuncak yok”, demesi gibi. Oyunlar oynanıyor, çocuklar kandırılıyor, oyuncaklar alınıyor. Sonraysa, çocuklar yatağa gönderiliyor, uyutuluyor.
Patlama oluyor, “hayır bir şey olmadı”, deniliyor, insanlar uyutuluyor.                      
Baydar, üç maymun hallerimizin temellerinin de aslında siyasette, toplumsal meselelerde görünür kılındığından, Türkiye'nin trajedilerini birbirimizi yiyerek konuşmaya başladığımızdan ve bir uzlaşma kültürü yaratılmadığından, buna sahip olmadığımızdan bahsediyor.
Zamanla, politik olanı kafada bilmekle yürekte duymanın arasındaki farkı gördüğünü anlatıyor.
Her şeyi yürekte duymak gerekiyorsa, bunun çözümü de empatide yatmıyor mu? Kendimiz gibi algılasak diğerlerini, diğerleri dediklerimiz diğerleri olmasa, bizden olsa…
1915'lerin bize öğretilmediğinden, bu sınırlarda yaşayan herkesi ilgilendiren bir mesele olduğundan haberdar edilmediğimizden söz ediyor. Önemli olanın, insanları daha iyi bir dünya kurulması için çalışan insanlar haline getirmek, bunda birleşmek olduğunu ekliyor.
Ve-roman değiştirir, sözü çıkıyor karşımıza. Yine, yeniden ve hep. Değişim, farkındalıksa, roman farkındalık getiriyorsa, evet roman değiştirir demektir.
Romanda konu olarak işlediği virüsün toplumda farklı tezahürleri olabileceğini söylüyor, yazar. Bu virüsün şimdilerde aşırı milliyetçilik olarak kendini gösterdiğini düşünüyor. Unutturmanın ideolojik aygıtlarının vatan, millet, din duyguları üzerinden oynamak olduğunu söylüyor ve romanında da toplumdaki farklı ideolojik unutturma aygıtlarını bir virüs adıyla kodladığını söylüyor. Romanın metaforik ve alegorik bir roman olduğunu ekliyor.
Oya Baydar“Unutmak işimize mi geliyor, yoksa gerçekten zorla unutturulma sürecimi yaşadığımız?” sorularına cevap aranıyor söyleşi boyunca.
Aslında roman boyunca.Farklı farklı hikâyelerin kesişiminin  patlayan bombalar oluşu aslında, unutma bombasının hayatlarımızda her an patlayabileceği metaforunu da içermiyor mu? “Unutmak kötüdür” varsayımı üzerine de konuşuyoruz aslında sürekli. Roman boyunca unuttuklarıyla mücadele eden tipler karşımızda olduğundan belki de.Unutmayla mücadele eder görünürken aslında, bizler de unutmak mı istiyoruz? Yazarın da unutulmak konusunun iyi işlendiğini söylediği Saramago'nun Körlük romanındaki toplumsal unutma çağı mı, sürekli yaşanılagelen ve tekrar edilen şey?
Apolitikleştirilen kuşağız söyleminin ardında yatan unutma hikâyelerimiz, farkında oluşumuzun önemsenmeyişinden kaynaklanıyordur belki de. Kuşaklar evrilmeye devam ediyor, merkezlerin başına bizden sonrakiler geçecek belki de. O yüzden ancak neleri unutabileceğimizin farkında olur hale geldiğimizde, onlarla mücadele eder hale geliriz sanıyorum.
Ve bu mücadele, yazarın vermek istediği mesajın gittiği kitlelerin başlangıcı olur.
Olmalı. Romanda söylediği gibi yazarın; Romanda -unutmamış ve kaybolmamış çöplüğün generalinin söylediği gibi- “Hatırlamak, başkalarına hatırlatmaya, başkalarını uyarmaya, direnmeye yarar.”

*24 Ekim Cumartesi 2009, Kurgu Kültür Merkezi
~~~

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadına Yönelik Şiddet, 14 Şubat ve Japonya'da kadın-erkek ilişkileri üzerine

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun

Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış