Haruki Murakami, Uyku

12.09.2015

Japon Edebiyatı Yazıları

UYKU, Haruki Murakami

Gerçeklik içinde ve ötesinde uyuyamama hali üzerine

Not: Yazımın kısaltılmış hali edebiyathaberde yayınlanmıştır: http://www.edebiyathaber.net/murakaminin-uykusu-ya-da-gerceklik-icinde-ve-otesinde-uyuyama-hali-isil-bayraktar/


uyku-haruki-murakami

Japonya’daki uykusuz gecelerimin ortasında Murakami’nin UYKU isimli öyküsünün Türkçe’ye çevrildiği haberlerini  okumamla, İstanbul’a ayak bastıktan sonra UYKU’yu başka bir uykusuz gecede bir solukta bitirmem arasında oldukça kısa bir zaman var.

UYKU, dilimize Hüseyin Can Erkin tarafından kazandırılan, Doğan Kitap tarafından basılan Haruki Murakami’nin son kitabı.

Murakami, uyuyamama halinin bilinç altı izdüşümlerini okura yansıtırken, bir yandan da uyuyamama halinin gündelik hayatta yaşattığı değişimlerin peşinden koşturuyor okuru. Uyumayı reddeden bir bilinçle, uyumamayı kabullenmiş bir bedenin birbirine uyum sağlama çabasının etrafında şekillenen, aile yaşantısıyla, uykusuzluğunun arasındaki ince çizgide kendine dair  bilmedikleriyle karşılaşan bir kadının, 17 günlük uyku çığlıklarının öyküsü.  Karabasanların dahil olduğu uyumama halini lanetleme aşamasıyla başlayan, uykusuzluğuyla barışarak uyuyamama haliyle yüzleşen, uykusuzluğuyla, uyuyabilen “normal” aile bireyleri arasındaki düşünsel farklılıklarının ayrımına varan, uykusuzluğunun kendini gerçeklik ötesinde bir düzleme taşıdığının farkındalığıyla, uykusuz zamanlarıyla yaşamını üçte bir oranında genişlettiğini düşünen bir zihne varmaya kadar giden çoklu çığlıkların öyküsü.

Diş hekimi  eşi ve her gün okula gönderdiği, yemeklerini hazırladığı oğluyla geçirdiği hayatında, her tür ev işinin bir tekrar olduğunu düşünürken, yaşantısına uykusuz geçirdiği gecelerin birbirini tekrar etmesi gerçeği çöküveriyor. Ancak bir süre sonra uykusuzluğun kendine yarattığı zamanların farkına varıp eskiden, çok eskiden yaptığı gibi kitap okumayı düşünüyor. Bu sürede de uykusuzluğu onun kendisiyle hesaplaşmasını sağlıyor, kitap okuyamayan, sadece ev işleri yapan o kadının bugünü ve geçmişiyle içten, çok içten bir hesaplaşma izliyoruz:

Acaba en son ne zaman bir kitabı baştan sona okuyabildim? Bir de, acaba hangi kitaptı o okuduğum? Ne kadar düşündüysem de o son kitabın adı aklıma gelmedi. İnsanın yaşamı nasıl oluyor da böylesine değişip, tam tersi bir hal alabiliyor, dedim içimden. Bir zamanlar tutkuyla, durmaksızın kitap okuyan o eski ben nereye gitmişti acaba? O yılların, o anormal denebilecek şiddetteki tutkunun anlamı neydi benim için?” (s. 40)

Bu hesaplaşmadan uykusuz zamanlarına ortak olması için seçtiği Anna Karenina ile  çıkıyor ve geceler boyu Anna Karenina okuduğunu, Anna ve Vronski arasındakileri derinlemesine düşündüğünü, sonra aynı kitabı yeniden yeniden okuduğunu görüyoruz. Eskiden kitap okuduğunda zihni dağılırken, şimdi uykusuz zamanlarındaki zihninin berraklığı sayesinde bir kitabı, derinlemesine düşünerek okuduğuna, kendisinin de buna şaşırdığına tanık oluyoruz.

Anna Karenina okuma sürecinde zaman zaman yaşadığı geri dönüşlerle geçmişte yaptığı şeyleri hatırladığına, ancak evliliğinde kocasının ve oğlunun yaşam tarzına uymak gerekliliğinin bu hatırladıklarıyla çeliştiği için onları bıraktırdığına, ve bunlara o anda müthiş bir özlem duyduğuna tanık oluyoruz. Bir şeyler yiyerek kitap okumak bunlardan biridir mesela, kocası tatlılardan nefret ettiği için, oğluna da çikolata vermedikleri için evde tatlı bulunmadığını dile getirir. Kendi tercihlerini hiç sorgulamamış, ailesinin tercihlerini ön plana çıkarmış bir kadının uykusuzluğuyla kendine kalan zamanlardaki kendini keşfediş öyküsüdür satırların altından bize yansıyanlar. Ve yaşadığı gerçeklikteki tüm tercihlerinin aksine kendi istediklerini yapmaya başlar, çikolata yiyerek Anna Karenina okumak kadar basittir istediği şeylerden biri.

Kocasıyla kurduğu ilişkide de artık kendini dinlediğini, kocasını dinlemek istemediğinde kelimenin tam anlamıyla dinlemediğini görürüz. Kocası işinden bahseder, diş taşlarını temizleyen alet alma fikrini karısıyla konuşmak ister ancak o konuşmak istemez, geçiştirir, kocasının seks önerisine de aynı şekilde yaklaşır; kendisi istemediği zaman bunu doğrudan ona söyler, çünkü sadece Anna Karenina okumak istemektedir.

Her gece kocası uyuduktan sonra yataktan kalkıp, koltuğuna ve kitabına gömülmeye devam eder, içkisini alır, bütün gece okur, sabah kahvesini yapar ve kocası eve gelene kadar yeniden okur, öğle yemeğinden sonra yeniden okur, yüzmeye gider.

Uykusuzluğu ona enerji vermiş,  her gün yarım saat yüzerken yüzme süresini bir saate çıkarmaya başlamıştır. Fiziksel ve zihinsel olarak dönüştüğü halin arkasında kendisinin ifade ettiği saklı bir gerçek vardır:

 “Tam olarak nasıl düzgün ifade edebilirim bilmiyorum ama vücudumu olabildiğince hareket ettirmek yoluyla, içindeki bir şeyi dışarı atma isteğine kapılmıştım sanki. Dışarı atmak. İyi de, acaba neyi dışarı atacaktım? Bir süre bunu düşündüm. Acaba neyi dışarı atacağım? Bilmiyorum.” (s. 51)

İçinden neyi dışarı atacağını bilmese de, kendisiyle yüzleşmelerinde içinde ona acı çektiren gerçeklikten kurtulma istemini okuyabiliyoruz. Ona göre ev işleri, aile işleri, kocayla yapılan seks, havadan sudan sohbetler hepsi bir tekrardan ibaret ve üzerine kafa yormadan yapılan şeylerdi ve o artık gerçeklik dışı başka bir düzlemde yaşıyordu.  Varoluşuyla, gündelik hayatı ve ailesiyle ilişkileri arasında bir mesafe görüyordu ve o varoluşunu kendi kendine yaşarken, ailesi başka bir boyutta yaşadığı yeni hayatının farkına varmıyordu. Vücudu kendi başına hareket ederken, kafası kendisine ait bir boşluğun içinde yüzüyordu (s.58) ve o boşluğun içinde ailesinin gerçekliği yer almıyordu. O boşlukta kalabilmek için de bu gerçeklik denilen şeyleri içinden atmaya ihtiyaç duyuyordu. 

Uyku hakkında okuduğu kitaplar, neden uykuya ihtiyacımız olduğunu anlatıyordu; uyku eğilimlerin katılaşmasını engelliyordu ve eğilimler her kişinin hayatında farklılaşıyordu. Bunu okuyunca eğilimin ona çağrıştırdığı tek şey gerçeklik olarak tanımladığı ev işleri ve aile işleri oldu, ve bunlara zincirlenmek istemiyordu. Uyumamak eğilimlerine direnmekti ve uykusuzluğunu direnişi ilan etti.

Zihnindeki tanımlamalar, geçmişindeki alışkanlıkların geri dönüşü, yediği çikolata, kurabiye, içtiği Remy Martin,  her gün düzenli bir saat yüzüşü, Tolstoy’dan sonra okuduğu Dostoyevski kitapları, kaybolan yorgunluk algısı, güzelleşen bedeni, kendisiyle barışması,  kitap okurken duyduğu heyecan, çıktığı gece yürüyüşleri ve bazen de gece yarısı evden ayrılıp arabayla çıktığı kısa turlar, uykusuzluğunun ona getirdiği gerçeklik dışı yeni hayatının ögeleridir artık.

Yeni hayatının penceresinden gerçekliği temsil eden ailesine baktığında ise gördüğü uyurken çirkinleşen ve sefil bir hal alan kocasının yüzü ve pırıl pırıl olduğunu düşünse bile  kocasının ve kaynanasının  yüzüne benzediği için sinirine dokunan çocuğunun yüzüdür. Kocasını düşündüğünde arkadaşları tarafından onun için söylenen “iyi, nazik, düşünceli” ve “şikayet edilecek hiç bir yanı olmayan” bir adam sözleri aklına geliyor ve bunlar onu sinirlendiren bir hal alıyordu:

“O “şikayet edecek tek bir yanı yok” ifadesi içerisinde, hayal gücünün dahil olmasına izin vermeyen bir şeyler, insanı tuhaf şekilde geren bir şeyler vardı. Bu da benim tepemi attırıyordu.” (s.78)

Kocasına olan bu kızgınlığı ve oğlunu da gelecekte tutkuyla sevemeyeceğine dair inancı, onun tekdüzelik ve kendini tekrar eden gerçeklik karşısındaki düşüncelerini simgeleyen unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

UYKU, uyuyamaz hale gelen bir kadının belleği, bedeni, zihni, bilinci, geçmişi, bugünü, aile yaşantısı, bireysel kimliği arasındaki gel-gitlerle yaşadığı gerçek ve gerçek ötesi yaşantısının, gözlerini kapattığında uykuyla buluşmayan zifiri karanlıkta sakladığı düşlerinin ve karabasanlarının öyküsü.

Murakami’nin illüstrasyonlarla hareketlendirdiği kitabını, Japonya’da uyuyamadığım zamanların aksini görerek okuduğumdan, öykü karakterini gecenin bir yarısı Yokohama sokaklarına taşıyan o nedenle kendi nedenlerim arasında paralellik kuruyorum.

Neden uyuyamayız sahiden? Murakami her kitabında yaptığı gibi buna bir cevap vermiyor, okuru kendi uyuyamama haliyle başbaşa bırakıyor.














Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadına Yönelik Şiddet, 14 Şubat ve Japonya'da kadın-erkek ilişkileri üzerine

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun

Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış