Tünel

01.04.2009
Tünel


Bir tünelin ucundayım. İçinden geçebilenleri bağrına basan bir tünel bu. Tünelin duvarlarında gözler var. Geçenlerin adımlarına bakıyor ve "hey sen" diyor, "sen daha kavrulmamışsın, tünelin ucuna geçemezsin." Gözler bağırıyor, sessiz çığlıklar atıyor ve sadece geçmeye çalışan duyabiliyor bu sesleri, ve sesler gözlerden çıkıyor. Gözler parıldamaya başlıyor. Kendimden önce geçebilenleri ve geçemeyenleri görüyorum. Geçemeyenler bana tuhaf geliyor. Geçmek istiyorum. Hava karanlık. Bembeyaz, apaydınlık bir dolunay var. Uzaklardan deniz sesi geliyor. Dalgalar kıyıya çarpıyor ve ben üşüyorum. Elimi yanaklarıma götürüyorum, tanıdık bir dokunuş yakalamaya çalışıyorum. Bu dokunuş, yürüyüşümü kolaylaştıracakmış gibi geliyor. Nitekim yakalıyorum. Kendi kendime gülümsüyorum. Gücüm var, gücüm var. Sırtımda bir ağrı var bir de. Bu yolculuğu yapıp yapamayacağıma emin değilim. Gözlere yakalanmadan tünelden geçersem neye ulaşacağımı biliyorum. Hayır, bilmiyorum. Tünelin sonrası da bir bilinmezlik. Muamma. İçinde ben varım bir de bilinmeyen. Tünelden geçerken onun varlığını unutmalıyım. Öyle ki, kendini yeniden yaratan, yeniden yaşatan, her anı içimi parçalayan, beni didik didik eden ve tüm parçalarımı dünyanın farklı yerlerinde bulunan yap-boz parçalarına yerleştiren ve benden bu parçaları birleştirmemi isteyen bir unutuş olmalı bu. Parçalarımı yemek için tepemde dolaşan akbabalara yürekten bir el hareketi çekiyorum ve parçalarımı dünyanın başka yerlerindeki yap-bozun parçalarına ulaşmak pahasına bulacağım diyorum. Unutuşu yaşayacağım, unutuşla yaşarken onun her zerresini taşıyacağım ve bunu tüneldeki bütün gözlerden saklayacağım diyorum. Tepemdeki akbabalar kararlılığıma şaşırıyorlar. Tünelin ucuna doğru uçuyorlar. Haber taşıyorlar. Tünelin ucunda ne var? Çatlar gibi oluyorum, bir sonraki zaman diliminin hayalinin, fütursuzluğunun ve korkusuzluğunun ve kayboluşunun cesaretindeyim. Ulaşacağım diyorum. Ulaşacağım. Vurgun yemiş gibi oluyorum, vurgun yedim, evet. Soyunuyorum. Beynimdeki ve ruhumdaki tüm gözlerden arınıyorum. Tüm yabancı maddelerden sıyrılıyorum. Yediğim vurgun, beni kendine getiriyor. Ve özüme dönüyorum. Saklı kimliğime. Özlemini duyduğum hayata yaklaştığımı hissettiriyor bana bu. Hissediyorum. Benliğim yüceliyor. Küçük bir kasabanın ve büyük bir kraliyetin prensesi gibiyim. Tüm yalınlığım ve gerçekliğimle dünyaya hükmediyorum. Ben hükmettikçe dalgalar güçleniyor, kıyıya çarpış sesleri tüneldeki gözleri korkutuyor. Dalgalar benim yanımda. Atmak istediğim tüm fazlalıkları denize atıyorum. Deniz yutuyor. Dalgalar beni temizliyor. Yeniden-arınıyorum.
Dalganın şiddeti beni güçlendiriyor. Ve çıplak tenime suyun ulaşması benim son noktam oluyor, adım atıyorum. Adım-adım. Adsızlığım. Biliyorum ki attığım her adım, yolumun adını adsızlaştıracak, isim koymayacağım. Güçleneceğim, şiddetleneğim, vurup kıracağım ama hep yumuşak olacağım.Ve o yumuşaklık benim hem özgürlüğüm, hem ölümsüzlüğüm, hem de yokoluşum olacak. Adımımın getireceği bu karmaşayı seveceğim, seveceğim…
Gözler üstümde, görüyorum, iç seslerimi bastırıyorum ve yürümeye başlıyorum. İlk adımımda derin bir sarsıntı yaşıyorum. Bütün hücrelerim üşüyor. Tünelin içi çok soğuk. Ben üşüdükçe tüneldeki gözler parlıyor. Aldırmıyorum. Adımımın cesareti beni korkutuyor ama devam etme gücünü buluyorum. Korkmalı, gitmeli, yapmalı ve yapmamalıyım. Aklıma ihanet ediyorum belki ama aklımın beni hep doğru yönlendirdiğini söyleyemeyeceğim. Ruhum, adımlarımı kontrol ediyor artık. Ben en derin teslimiyetteyim. Dalgaların içine girmişim ve onlar bu sefer beni kıyıya taşımıyorlar. Beni denizin açıklarına götürüyorlar. Ben en engin yüzüşümle kulaç attıkça atıyorum, nefes bile almıyorum. Nefesimi bırakmış durumdayım. Açık denizin ortasındayım ve buraya kadar gelebildiğim için tünelde de ilerleyebileceğimi biliyorum. Artık hızlanıyorum. Titriyorum. Hem bilinçli hem bilinçsiz bir titreme bu. Sanki her bir zerrem, bu anı yaşarsa hafızamdan silinmeyecekmiş gibi geliyor. Bu hızlı cesaretimi ay karanlığında -gözler parladıkça ay karanlıklaşıyor- hafızamdan silmemek, bütün dünyayı ortak etmek istiyorum, bir yandan sonsuz bir bilinmeyene özlem duysam da. Işık saçmaya başlıyorum. Titreyen vücudum kendinden geçiyor, doruğa ulaşıyor. Enerjimden ejderhalar yaratıyorum, alevler oluşuyor ve gözleri yakıyorlar. Kül oluyor gözler. Onlar kül olurken çıplak vücudum küllere basarak ilerliyor. Küllerden güç alıyorum. Çok yaklaşıyorum. Adımlarım güçlendikçe yere daha sağlam basıyorum. Enerjimi yansıtacak bilinmeyeni arıyorum.
Ve-
Bilinmeyeni görüyorum. Tünelin ucundayım. Sona geldim. Ulaşıyorum. Duruyor. İçimde dinmeyen bir sancı var. Ben uçta dururken, o tünelin sonundaki uçuruma doğru bakıyor.
Hayır-
Uçurumlar geride kalmıştı. Tüneli aşmıştım. Ruhsal bir titreme nöbeti geçiriyorum. Bilinmeyeni istiyorum ve o bunu görüyor. İçimde bilinmeyene gitme çılgınlığı. Tüneli bilinmeyene ulaşmak için yürüdüğümü o an anlıyorum. Neden bana bu kadar güzel geldiğini düşünüyorum. Karşımda gülümsüyor. Çıplak.
Ve atlıyor-
Küllerden yeniden evrilmiş tenime, dağılmış saçlarıma bakıyorum. Kendime bu sonu çok yakıştırıyorum.
Ve-Atlıyorum.
~~~
Sayı: 36, Yayın tarihi: 01/04/2009

http://www.mavimelek.com/tunel.htm

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadına Yönelik Şiddet, 14 Şubat ve Japonya'da kadın-erkek ilişkileri üzerine

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun

Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış