Kar ve Şehir
Kar ve Şehir, İnce Kar, Kyoto
Kar yağar sonunda. Kara alışmış, her
kışın kasımında, aralığında, ocağında şubatında coşkuyla yağan karı bekleyen
kar insanlarının kışlarını karsız geçirmeye başladığını, yaşanan şehirde
neredeyse kar yağmadığını sonradan fark etmenizle üstünüze çöken hüznü
dinlemişçesine kar yağar şehre.
Bir pencere bakışı, bir balkon
çıkışı, bir dağa uzanış, bir sıcak kahve, bir kitap arası, yaprak kokusu, sıcak
bir ev ya da soğuk bir yürüyüş sanki hepsi karda kilitlenmiş, karda buluşmuş,
karla bir araya gelmenin ve birbirlerini oldukları gibi kabul etmenin ahengi
içinde yanyana ilerlerler ve size onların hepsini uzaktan izlemek, içine girmek
ya da hepsine bir bakış göndermek kalır.
Önce şimdi uzak ve soğuk yürüyüşlere
gider bakışlarınız; kilitlenen şehirlerde yaşamlar, birbirine giren araçlardan
görünmez olan kar, karın sesini bastıran gürültüler, uzak dağların ötesinde bir
sessizlik arayışı. Yakınınıza gelmeyen bir sessizlik arayışı, ufka dikilen
gözlerin o kadar uzağa bakmasında saklı olan bir arayış. Ancak bir kar
ortaklığında birleşmek isteyenlerin, birleşenlerin, karda hüzünlenenlerin,
sonra neşelenenlerin aynı noktaya baktıklarında birbirlerinin bakışlarını
yakalayıp, hüzünlerini de neşelerini de o noktada gördükleri bir ufuk noktası.
Çok uzakta bulunan sessizliğin birden
yakınlardan doğan bir sessizlik halini alacağını, yağan ince kara baktığınızda
anlarsınız. İnce ince yağar, ince kar. Taneciklerin havada uçuşunu yakalayabilir,
saçlarınıza takabilir, üstüne bastığınızda yok olan izlerinin ellerinizde
bıraktığı su damlacıklarnı yüzünüze sürebilir ve yüzünüzde kaybolan kar
tanelerinin nerede olduğunu sorabilirsiniz. Bu soruyu sorduran bir inceliktir
ince karın üzerindeki incelik.
Şehirden geçen her şeyin ve herkesin
yakaladığı gibi, karın da şehrin ritmine uyum gösterdiğini düşünürsünüz; onun
zarifliğine ve sade gösterişine tezat oluşturmamak adına incedir, ince kar. Eski
kara benzese, coşkuyla, sert, yaşamın içine doğru, yaşamı kilitlercesine,
basılan yerde iz bırakırcasına, izlerin üstündeki taneleri, onlara uzanan
ellerin içine yerleştirircesine yağsa, bu şehrin zarifliği ve sadeliğiyle
çelişecek, sanki hiç alışılmamış bir hikaye bırakacaktır şehre. Ama onun
hikayesi başka biçimlerde de olsa hep aynı noktayı gösterir. Onu tanıyanlar, izlerini
sürenler, onunla konuşanlar hep o noktada onu beklerler. O noktaya yürürken
şimdi, onun hikayesiyle çelişmeyen ince kara bakarsınız.
Taneler iç içe geçmiştir, aşağı doğru
inerken büyümüş, sonra yine küçülmüş, düşen diğer tanelerin arasına irili
ufaklı karışmış, sonra bir rüzgar ritmiyle dans ederek nehrin, ördeklerin,
taşların ve tapınakların, düşlerin ve umutların üstüne düşmüştür.
Nehir defterleri tutan o insanlar
nehri terketmemişlerdir ince kar mevsiminde de. Nehre paralel koşanlar,
yürüyenler, bisiklete binenler ince kara seslenirler ince ince; “düş, ve düş ve
düş, biz de yukarı doğru düşüyoruz çünkü.”
Sesi ördekler duyar ve başlarını
çevirirler; beyaz başlarına ince karın beyazlığı bulaşmıştır şimdi, şehirdeki
her şey birbiriyle ince kar mevsiminde konuşmaya başlar. Kar en çok bu şehirde
konuşur; anlarsınız, gürül gürül bir kar konuşamazmış bazen, ama sessiz ve ince
kar ince kelimelerini gökten indirirmiş. Avuç içlerinizde kardan geriye kelimeler
kalması bundanmış.
Şimdi ince kar mevsimidir, ve sessizlik
uzak bir ufuk noktasında değil, dibinizdedir.
Yorumlar
Yorum Gönder