Korakuen Park'taki Turna Kuşları, Okayama


İnsan bazen şanslı oluyor. 

Hiroşima’ya gitmek üzere Kyoto’dan yola çıkıyorum. Yol üzerinde gidebileceğim yerlere bakarken haritadan Kurashiki ve Okayama şehirlerini seçiyorum. Okayama şehrinde Korakuen Park’ın Japonya’nın en güzel bahçelerinden birine sahip olduğunu öğreniyorum ve Okayama'da bir gün kalarak parka gitmeye karar veriyorum.

Korakuen Park’a doğru yola çıktığımda Edo Dönemi’nden beri parkın sembolü haline gelen turna kuşlarının yılda sadece 2 gün, yeni yılın ilk ve üçüncü günü salıverildiğini öğreniyorum. Ve o gün günlerden 3 Ocak. Parkta bir şeyleri bekleyen kalabalığı görünce yanımdaki Japon ziyaretçilere sorup öğrendiğim bu bilgiden sonra ben de bekleyen o kalabalığa karışıyorum ve turna kuşlarını bekliyorum.

Kuş Uçurtmasına dair yazıyorum Korakuen Park’ta, o kuşlara bakarken.

***

Kuş Uçurtması

Kalabalik siraya girmiş.
Onlarsa karşıdan geliyor.
İnce bacaklarını sallıyorlar.
İncecik adımlar atıyorlar.
Arada çığlıkları yükseliyor.
Farklı düzlemde yürüyorlar.
Kalabalığın diğer tarafına geçince görünmez oluyorlar.
"Bizim önümüze de gelecek" diyor yanımdaki Japon kadın.
"Sadece ikisi mi yürüyecek?" diye soruyorum; “daha gelecek, daha gelecek,” diyor.

Hiroshima yolunda durakladığım Okayama şehrindeki Korakuen   sadece  yeni yılın 1. ve 3 gününde saat 13.00’le 14.00 arasında salıverilen turna kuşlarını görmek üzere Japonya’nın her yerinden gelen bu kalabalığın arasında tesadüfen orda bulunuşum,  turna kuşlarının  bana mesajı olduğunu düşündürtüyor.  Adeta haritadan bir şehir seçiyor, orda duruyor sonra yılda 2 gün olan bir kuş uçurtmasının içinde buluyorum kendimi.
"Bu turna kuşlarının bugün dışarı çıkacağını bilmeden geldim," diyorum, yanımdaki Japon kadınına.  
“Şanslısın,” diyor bana, “hem de çok.” Yanında yer açıyor daha iyi görebilmem için.  
Kalabalıktan yükselen hafif bir uğultu var. Ama su kuşları yürümeye başladığında hemen susacakmış gibi alçak sesli bir uğultu bu.
Gözde onlar, yıldız onlar.
Herkes onları görmeye gelmiş.
Yeniden küçük çığlıklar duyuyorum.
Adım adım yaklaştıklarını hissediyorum.

Parkın sükunetinin resmini çekmeye çalışıyorlar ama canlı turna kuşlarının, dokunulabilir, görülebilir iki kuşun adımlarıyla yarattıkları sükunetin bir  fotoğraf karesine yansıtılabileceğinden çok emin değilim.
Göle yaklaşıyorlar ince bacaklarıyla. Kara bataklar suya batırıyorlar kafalarını. Yanımdaki kırmızı paltolu, siyah fötr şapkalı Japon kadın aralıklarla bana bakıp gülümsüyor.
Tekerlekli sandalyede bekleyenler var.
Kuşlar herkesin yüzüne iniyor. Ona bakarken gülüşmeleri bundan.
Park onların evi, kraliyet dairesi.
Geniş adımlar atmaları bundan. Kuşlar hareket ettikçe, insanlar da hareket ediyor.
Kameralar uzuyor, görüntü onlara yaklaşıyor.
Ortada  ince bacaklarıyla attığı büyük adımlarıyla bu ince kuşlar bu kocaman kalabalığı peşinden sürüklüyor. “Burdan biz geçiyoruz,” diyorlar, “biz.”
“Biz, kuşlar.”
Poz veriyorlar.
Kafası kırmızı beyaz siyah ikisinin de.
Kuyrukları siyah.
Gagalarıyla vücutlarını temizliyorlar.
Geliyorlar.
Hızla, uçuyorlar, uçuyorlar.
Biriyle göz göze geliyorum.
Nerede duracaklarını bu kadar net bilmelerine şaşırıyorum.
Poz, poz, poz.
Çimleri yiyorlar.
Bacakları kırılacak gibi.
Tüyleri rüzgarda uçuşuyor ama bozuntuya vermiyorlar.
Bir bacağını uzatıyor göle doğru bir tanesi, uzun ve ince boynunu hareket ettiriyor.
Adeta poz kursuna gitmişler ve nasıl poz verilir öğrenmişler gibi.
Aynı anda aynı şeyi yapmaya başlıyorlar.
Bu halleriyle simetrikler, birbirlerinin gölgesi, yansıması gibiler.
Hangisi gerçek, hangisi yansıma birbirine karışıyor.
Yavaş yavaş önümüzden yürüyorlar, hem de çok yavaş.
Keyifle fotoğraf çekenlere bakıyorum.  Benim fotoğraf makinemin şarjı bitmiş, kalemimle fotoğraf çekiyorum defterime, arada bana soru dolu gözleriyle bakmaları da bundan.
Bir kanat çırpınışına bir çığlık karşılık veriyor kalabalıktan.
Biri kanat çırpıyor.
Biri çığlık atıyor.
Sonra diğeri kanat çırpıyor.
Sonra diğeri çığlık atıyor.
Sonra iki görevli önümüzden yer açıyor onlara.
KUŞLARI UÇURUYORLAR.
Görevliler koşmaya başlıyor ve onlar koştukça  dört kuş birden koşuyor, koşuyor, öyle yakından geçiyorlar ki, adeta dokunacağım onlara. 

                                             

Onlar havalandıkça koşuyor, koştukça bırakıyorlar onlarla koşmayı  görevliler.

Okayama kalesinin neredeyse altından uçuşa geçip, göğe bakan tümseğin ortasından geçiyorlar ve arkamızdan yeniden bizim olduğumuz tarafa geliyorlar ve geldiklerinde hayret ifadeleriyle çığlıklarını havaya salıyorlar.


                                               

Kuşlar uçup, yere, çimlerin üstüne konuyor  ve rap rap takip ediyorlar görevlileri ve sonra gözden kayboluyorlar.
Derken yeniden görünüyorlar.
Ben Koraiken Park’tan çıkarken kalabalık hala daha yerinde duruyor.
Son kanat çırpışlarına kadar kaldıklarını düşünüyorum, omuzlarımda kuş kanatlarıyla çıkıyorum parktan.

Haritadan seçtiğim bir şehirde durakladığım bir park, bana turna kuşlarının uçuşunu armağan ediyor.


Yola bu yüzden çıkmalı ve yolun getireceklerine kucak açmalı.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadına Yönelik Şiddet, 14 Şubat ve Japonya'da kadın-erkek ilişkileri üzerine

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun

Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış