Sedir Ağacıyla Konuşmalar

Susa Tapınağı, Shimane

-Sessizliğe-
-Sessizlik Manifestosu-
05 Ocak 2017

Ben 1300 yıl öncesinden sesleniyorum şimdi size.
Yıllardır burdayım evet, yıllar vardır kimse uğramaz yanıma, ama sonra zaman geçer ve insanlar doluşur hayatıma. Diyeceksiniz ki insana ihtiyacın var mıdır?

Aslında sorarsanız ben burda yıllardır öylesine tek başımayım ki, herhangi birinin gelişi her seferinde huzurumu kaçırır mı diye düşünürüm. Ama sonra bu düşündüklerim haklı çıkmaz. Yani bu güne kadar gelip de benim huzurumu kaçıran tek bir kişi bile olmamıştır diyebilirim. Neden derseniz benim köklerime inandıklarındandır diye düşünmekteyim.

Hani olur ya, insan bir şeye inanır, sonra o inancı gerçek olsun ister  ve  onun için yapmayacağı şey yoktur. Benim köklerimdeki rengarenk paralara bakın hele. O paraları çeşitliliği, miktarı da değildir aslolan. Aslolan buraya gelmiş insanların bana inanıp, benim etrafa gönderdiğim enerjiye inanıp benden güç almak adına bu paraları koymalarıdır buraya. O yüzden ben bana dokunan her ziyaretçiye saygı duyarım. Bana dokunan herkes inancını akıtır bana ve ben bu inançla daha da büyürüm. Yıllarca hiç yıkılmadan ayakta kalmamın sebebi aslında bu ziyaretçilerin gelmeye devam etmeleri, sonra bana dokunmaya devam etmeleri, neye inanıyorlarsa inanmaya devam etmeleri ve sonra bu inancı bana yansıtmalarıdır. Ben inançla büyürüm ey dostlar! Ha bu bir din, ya da tapınağın söyleyegeldiği şeyler olmak zorunda değildir. En son gelen ziyaretçilerimden biri inançsızlığını haykırırıken bana, onunla konuşurken, “peki büyüyen ağaçlara inanır mısın,?” dedim. “Evet,” dedi. “Ben büyüyen ağaçlara inanırım ve sana dokunurken bir ağaç olarak ölmek istediğimi söyledim,” dedi. “Duydum,” dedim.  “Zordur ama ağaç olmak,” dedim. “Ölümlü bir insanı seyrederken, sen neredeyse ölümsüz olacaksın, düşünsene, etrafındaki insanlardan bir gelen bir daha gelmeyecek, sana dokunan bir daha dokunmayacak, paralarını atıp dünyaya ilişkin dileklerini dileyenler bir tarafa dilemeyecekler bu dileklerini.” “Gerçekten bu mudur istediğin?” dedim, ona. “Evet,” diye haykırdı, ve daha çok okşadı beni bu genç yabancı. 1300 yıldan bakınca o ve diğerleri hepsi çok gençti. “Hep bir ağaç sessizliğine kavuşmak için yaşadım ben ve hala bunun için yaşıyorum, ölüm zamanım geldiğinde bana bunun mümkün olduğunu söyle, lütfen! Lütfen bunu yapabileceğini söyle bana.”

Usul usul dinledim onu, yapraklarımdan rüzgarlar savurdum. Nehrin uğultusunu gönderdim kulaklarına. Yanındakiler sustu, sessizce kenara çekildiler, orda onun bana dakikalarca dokunuşunu uzaktan izlediler. Köklerimin yeşilini, gövdemin kahvesini kokladı sonra. Oyuklarıma baktı teker teker bu yabancı. Kafasını yukarı çevirdi sonra. O kadar yukarı çevirdi ki benim ona bakışımla birleşti bakışları. Şaşırdım, bana bu kadar ısrarla bakan neredeyse olmamıştı o güne kadar. Herkes gelir, duasını eder, parasını bırakır sonra usulca giderdi yanımdan. Ama bu yabancı kadın öyle yapmıyordu. Hem dileğini fısıldıyordu bana. Hem sonra çekip gitmiyordu, ısrarla ona vereceğim cevabı bekliyordu. Sanki bu cevabı almadan gitmeyecekti. Bakışlarımı böyle güçlükle birleştiği herhangi biri olmamasından mı, yoksa onun bendeki gibi ömürlük bir sessizliğe ihtiyaç duyuşunu görüşümden mi bilmem, onun dileğini gerçekleştirmeye karar verdim. O belki benden başka bir şeye inanmıyordu, “inançsızım,” demişti. Ama sonra da ağaç sessizliğine inandığını söylemişti. Işte ben bundan etkilendim belki de. Buraya gelen hiç kimse benden sessizlik dilememişti. Öte yandan onun neden bu sessizliği istediğini de çok merak etmiştim. Yeniden ona baktığımda aşağıda hala köklerime dokunduğunu, usul usul fısıldamaya devam ettiğini görüyordum. Fısıldadığı her şey gövdemdeki oyuklardan çok şiddetli şekilde geçiyor ve bana ulaşıyordu.  Sessizliğe alışmış ben, onun dileğinin içimde yarattığı şiddetli gürültüden bu yabancı kadının gerçek bir sessizliğe ulaşmak istediğini anlamıştım. Ama yine de sormak istemiştim. Üstelik bana dokunuşu, bendeki elleri tuhaf şekilde hoşuma gidiyor, onun benle bütünleştiğini hissediyordum. Hani sanki yanında kimse olmasa, bir yolculuk sırasında durakladığı rota olmasa bu tapınak, geriye dönmek durumunda olduğu bir yer olmasa  sonsuza kadar köklerimin dibinde kendi içine kapanmış şekilde duracak ve o şekilde benim sessizliğimle birleşerek o çok arzuladığı sessizliğe kavuşacaktı. Bu kadar kuvvetli bir isteği sanırım ki gerçekten bu kadar isteyenler gerçekleştirebilirdi. Her ne kadar onun istediği şeyin gerçek olması benim elimde olsa da, onun bana bağlılığı, benim onun istediğini gerçekleştirmem gerektiğini söylüyordu bana.

Ben 1300 yıldır Susa Tapınağı’nın içindeki dev sedir ağacıydım ve gelenlerin dileklerini gerçekleştirmek için burdaydım.

“Neden istiyorsun bu sessizliği,?” diye sordum ona.

Başını kaldırdı köklerimden, yeniden o çok yukardaki yere dikti gözlerini. Orda yapraklarımın arasındaki gözlerimle birleşmeyi başaran bu yabancının gözlerine savurdum rüzgarımı. Gülümsedi. Saçlarına inen rüzgarı avuçlarıyla yakaladı ve dilinin ucuna götürüp öptü rüzgarı.
Şaşırmaya devam ediyordum.

“Tapınaktan çıkıp gittiğimde bu sessizlik kaybolacak, yeniden hayatın içine gideceğim ve bu sessizlik hayatın içinde değildir, ancak dışındadır. Ancak eğer ki bana söz verirsen burda, beni bir ağaç sessizliğine kavuşturacağına söz verirsen, ben dışarı çıktığımda bu sessizliğe kavuşacağı günü bekleyebilirim.”

“Bilir misin, sessizliğe ulaşacağını bilmeden yaşamak insan için azaptır, zulümdür. Ben bu zulümü yaşarken çekiyorum zaten, nihayetinde dileğimin ölmeme yakın gerçekleşmesidir istediğim.”

“Yapar mısın bunu?  Söz verir misin bana?

Verdim. Bugüne kadar bu tapığana gelmiş, bu tapınakta beni bulmuş, bana dokunmuş ey insanlar, size söylemek istiyorum ki ben herkes gibi bu tapınak kapısından çıkıp gidecek olan ama gitmek konusunda böylesine çekince gösteren bu yabancı kadına söz verdim. Bilirim ki herkesin dileği ayrıdır, hepinizin dileğini içimde saklı tutmam bundandır. Bazılarınızın dileğini gerçekleştirebilmişimdir, bazılarını ise yok saymışımdır kendi dilek dağarcığımın kurallarından dolayı. Ama bu yabancı kadının dileğini gerçekleştirmeye söz verdim. Bir sedir ağacından sessizlik isteyen bir yolcunun yollara daha rahat çıkacağını düşündüğüm içindir bu. Yollarda daha rahat adım atacağına inandığım içindir. Kendini dünyada var ederken, gitmeye karar verdiğinde başka bir yer daha olduğunu bilmesini istediğim içindir. Gözlerinden akıp giden yalnızlığı gördüğüm içindir. Eğer ki kalabalıklarla mulu olsaydı ancak bu kalabalığın içinde kendine yer bulacağı bir dileği olurdu; hayatını düzene sokmak olurdu dileği, belki para olurdu, belki  şan, şöhret olurdu belki bir hayat yoldaşı olurdu buraya gelen pek çok kişinin yaptığı gibi. Belki uzak ülkeler olurdu. Ama o sanki dünyada verilmiş, verilecek, elde edilmiş, elde edilecek her şeyi görmüş, sahip olmuş, yaşamış, bitirmiş, tüketmiş, sonra sakin ve bahçeli evinde ince bir şarkı dinleme huzuruna erişmiş uzun ömürlü bir yaşlının son isteği gibi sessizlik istemişti benden. İşte benim ona bu sessizliği armağan edeceğime dair  sözüm  onun  gençliği, dinamikliği,  güzelliği, inceliğiyle çelişircesine haykırdığı bu dileğiydi. Belki de bu dinamizmi olmasaydı onun sessizliği bu kadar istediğine inanmak güç olurdu.  Yani bana bunu usul usul söylese, dilinin ucuna yerleştirilmiş herhangi bir kelime gibi davransa bu kelimelere ve hani insanın hayatta isteyebileceği ama olmasa da olacak olan kimi diğer dilekleri gibi bir dilekmiş gibi davransa bu dileğe ben belki de bu dileği bu kadar ciddiye almayacaktım. Ama  o bu kelimeleri öylesine içerden hisseder gibi diline yapıştırmıştı ki dilinden bunları söküp atmanın imkansızlığını ben aramızdaki metrelere rağmen yukardan bakarken anlamıştım. Dilindeydi kelimeler ve daha önce dillendirdiği tüm kelimelerden daha büyük bir yerde yazıyordu: s-e-s-s-i-z-l-i-k. Arkasındaki diğer kelimeleri de okuyabildiğime şaşırmıştım, belki de yukardan baktığımda ağzının içini tam anlamıyla görebildiğim içindi bu. Diline sığmayan bu kelimeler damağına, küçük diline, dişlerine, diş aralıklarına ve dudak kenarlarına yapışmış ve oradan sarkıyordu, en öndeki sessizlik hepsinin üstündeydi ama yine de görebiliyordum. Yalan, zor, dip, çukur, merdiven, çıkış, yol, karanlık, kuyu, dar... Gözlerimi kapadım, bir ağaç gözlerini nasıl kaparsa öyle kapadım.  Sadece hapsedilen kelimeler değildi bunlar, hani yine de umut taşıyordu kimileri, sanki bunlar zorlukla yer bulmuştu, dudak kenarlarından sarkan kelimelerdi çünkü bunlar. Sanki her an düşecekmiş ve düştükten sonra bir daha geri dönmeyecekmiş gibi. Ama yine de sallana sallana duruyordu dudaklarının kenarında.

“Korkma,” dedi, ben ona bakarken.

Hepsine sahip çıkacağım. Hiçbiri benden gitmiyor zaten ama ancak sen bana bu büyük sessizliği vereceğine söz verirsen ben diğer kelimeleri kendimde tutup yaşamaya devam edebilirim.  Çünkü o s-e-s-s-i-z-l-i-k orda olmasa diğerleri benim dilime hakim olur  ve ben onlara esir olarak geçiririm hayatımı. Sadece ona kavuşacağımı bilmem benim diğer bütün kelimelerle savaşmamı kolaylaştırır, inan bana, dedim.

Ona yeniden baktım. Bahsettiği sessizlik onun savaşının adıydı. Şimdi istemiyordu bunu, şimdi değildi istediği ölümü, bu kelimelerle yaşamına devam edecek ama sonra ağaç sessizliğine kavuşacaktı. Ona inanıyordum. O bana inanıyordu.
Elleri köklerimdeydi  hala, başı yukarda, ağzı açıktı. Akan kelimelerinin içinden yol önlere doğru gelmeye başlamıştı. Gitmesi  gerekiyordu.

“Haydi git,” dedim.

Anladı. “Bir ağaç sessizliğine kavuşacağım gün, yine geleceğim!” diye haykırdı. “Ölmeden çok önce!”

Sessizliğinde de haykırıyordu bu yabancı.
“Biliyorum,” dedim.

Ve –gitti. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadına Yönelik Şiddet, 14 Şubat ve Japonya'da kadın-erkek ilişkileri üzerine

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun

Fuji Gölleri ve Fuji Dağı'na Tırmanış